Aslında farklı üslup yeni değil, merhum Menderes ve merhum Özal ve kısmen merhum Erbakan döneminde denenen ama başarılamayan devletin yeni üslubu, AK Parti iktidarıyla somut olarak kendisini gösterdi.
Zaman zaman iki ileri, bir geri gidiş gözükse de, devletin üslup değişmesine karşın, “kavga dilini” tercih edenler eksilmedi.
Buna rağmen, bir adım atılması bile farklı bir yaklaşımın olduğunu gösterir.
Sonrasında devletin sert, somurtkan, itici yüzünün yumuşamaya başlaması, gelecek için umut verir.
AK Parti döneminde demokratikleşme, insan hak ve özgürlükleri ve çözüm süreci başta olmak üzere insanımıza, yarınlarımıza dönük yapılan önemli girişimlerin tam okunup, anlaşılmadığını düşünüyorum.
Anlamak istemeyenlere karşın, bir türlü anlatılmaması da var.
Anlamak istemeyenin anlamaması doğaldır.
İnsanlara verilen her türlü hakkın, bir ulufe diye sunulduğu dönemlerden geçtik.
Hakkı elinde tutup, dilediğine verip, dilediğinden esirgeyenleri gördük.
Çok verince “kuduracağımızı” ve hakkı gasp edilenin kolay idare edileceğini düşünenleri gördük.
Bu ülkede çok zihniyet gördük ama “insana hizmet” etme amacı güdeni çok görmedik.
Devleti, insanların yaşamını zorlaştıran, onları zapturapt altına alan, sürekli kontrolde tutan ve her adımını izleyip, not eden olarak bildik.
Farklılıklara tahammül edemeyen, tek tip anlayışa sahip, laik ve Kemalist bir nesildi devletin istediği…
Kimliğinden, kişiliğine, dilinden dinine kadar her şeye karışan devlet, insanların nasıl giyineceğini, neleri yiyeceğini, hangi müziği dinleyip, hangi filmi izleyeceğine karar veriyor ve okuyacağı kitapları da ayıklayıp, filtreden geçirerek sunuyordu.
Görünüşte “modern” bir yönetim anlayışının aslında diktatörlükten, hem de “zalim” bir diktatörlükten farkı yoktu.
Laik ve Kemalist olmak, “Müslüman olmamak” demekti ve Müslüman olanlara zulmetmek de haktı.
Sadece bir dine mensup olanlar değil elbet, bütün din ve mezheplere yaklaşım da aynıydı. Farklı kimlik ve ırklara bakış da menfiydi; herkes Türk doğardı, ne mutlu Türküm diyeneydi…
Henüz istenilen gibi değilse de AK Parti dönemiyle aslında bir ezber bozuldu; devletin halk için olduğu, devletin yetkilileri tarafından ikrar ediliyordu.
Bu üslup, bir başka duruşu getirmeliydi; hatasını kabullenen bir devlete, hatasından döndüğünü görmek…
Başka bir şey yapmaya gerek yoktu, bir el uzatılıyordu, bu tutulmalıydı…
Tebessüm eden, kucaklayan bir devlet oluşturulmaya çalışılıyordu ve bu, geç kalınmış, gasp edilen yıllara sebep olmuştu.
Bunun için insanlar ölmüş, acılar yaşanmış, ağıtlar yakılmıştı…
Bu ülkenin geleceğini çalanlar, yarınlarını ipotek altına alanlar, hep devleti korumak içindi, halkı koruma amacı yoktu.
Bugün Tunceli’nin adının değişmesi, bir üslup değişikliğidir; Dersim Müzesi, yeni bir bakış açısıdır. Munzur Üniversitesi, tarihle yüzleşmedir.
Tunceli Üniversitesinde konuşan AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun, sözleri, AK Partiyle başlayan üslup değişikliğinin, çok daha derinleştiğini, anlam kazandığını gösteriyordu.
Özellikle bu satırlar, önemsenmeyecek gibi değildi;
“Herkesin Dersim olaylarıyla ilgili kanaatleri farklı olabilir. Bunları tarihi araştırmalar içine sokabiliriz, o tarihi araştırmaların neticesini de bekleyebiliriz. Ama bana kimse, 75 yaşında bir yaşlının idama giderken feryadına sessiz kalıp, önce onun gözü önünde oğlunu öldüren zihniyet, kimi temsil ediyorsa etsin, o zihniyet zalimce bir zihniyettir. O zihniyeti savunanlar devleti savunmuş olmazlar, o zihniyet üzerinde devlet beka bulamaz. O zihniyetle yüzleşmeden de devlet, yeniden milletiyle buluşamaz. Biz yüzleşiyoruz.