Türkiye’de bazı kamu kurumları, kendilerini ülkenin sahibi sanma hastalığından bir türlü kendisini kurtaramıyor. Üstelik de bunu “kanuna bağlı” olduklarını deklare ederek yapıyorlar.
Acaba öyle mi?
Yasalara göre herkesin görev alanı bellidir.
Tapu Kadastro’da görev yapanlar, kentin gayrimenkulleri üzerinde, yasalar çerçevesinde yapılması gereken görevleri yaparlar. Hiçbir tapu kadastro çalışanı, hükümetin veya siyasilerin görev alanına karışmaz/karışma hakkı da yoktur.
Tıpkı Tapu Kadastro gibi, diğer kamu görevlileri de aynı şekilde yasaların verdiği yetkiyle, görev alanı çerçevesinde, bu halkın daha iyi yaşaması için hizmet görevini yerine getirir.
Emniyet Genel Müdürlüğü de böyle, Genel Kurmay Başkanlığı da…
Birilerinin elinde silah olunca, yasadan almadıkları yetkiyi kullanma haklarının doğduğunu sanması, en azından “sağlıklı” olmadıkları fikrini doğurur.
Bu hastalık 1960’lı yıllardan bu yana ne yazık ki var…
Tartışmalardan rahatsız olurlar…
Farklı fikirlerden endişe duyarlar…
En ufak aykırı seste “ülkenin bölünmesi”nden korkarlar…
Siyasileri “düşman” görürler…
Vatandaşı “potansiyel suçlu” olarak not ederler…
Kendileri dışındaki kamu görevlilerini de “suç işlemeye müsait” yapıda sanırlar…
Bir tek kendileri müstesnadır…
Çünkü bu devletin gerçek sahipleridir(!)…
Çünkü bu ülkede yaşayan herkese tahakküm etme yetkileri(!) vardır…
Çünkü 1960’da, 1980’de, 28 Şubat’ta düşman askerlerinin yapmadığını bu halka reva görmüşlerdir…
Bütün bunların darbe dönemlerinde kaldığını sanıyorsanız yanılıyorsunuz…
Aynı kafa yapısına sahip olanların, her dönemde nükseden hastalıkları da olacaktır.
Konuşmayın, derler…
Tartışmayın…
Lafını bile etmeyin…
Değişen yönetimlere rağmen, aynı yersiz kaygı ve korkuların olması anlaşılır gibi değil.
Kaldı ki, o korkuyu ve kaygıyı duyma konumunda ve görevinde de değiller…
Genel Kurmay Başkanları değişiyor, komuta kademesi yenileniyor, darbe planları havada uçuşuyor, suçlular adalet önüne çıkıyor ama halen kendisini bu ülkenin sahibi sanma hastalığı devam ediyor.
Son günlerde yerel yönetimlerde iki dil tartışması yapılıyor…
Yerel, dedikleri, insanların yaşamını sürdürdüğü yerler…
Yani bu milletin yaşadığı kentler, kurumlar, kuruluşlar…
Kim var oralarda, Türk var, Kürt var, Laz var, Çerkez var…
Yıllarca derdini anlatacağı kamu görevlisi aramış ama bulamamışlar…
Yol istemiş, su istemiş, okul istemiş, sağlık evi istemiş…
Türkçe bilmediği için kendi dilinde bunun ne kadar gerekli olduğunu anlatmaya çalışmış, horlanmış, itilimiş, susturulmuş…
Oysa Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “değiştirilemez” denen maddelerinden birisi “Türkiye devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür” şeklinde başlar…
Bu milletin içinde sadece Türkçe bilenler olamayacağına göre, her dili konuşan, farklı inanç ve kültüre sahip olanlar da bulunacaktır.
Devletin resmi dili farklıdır, resmi olmayan ve saygı göstereceği, konuşulmasını engelleme hakkının bulunmadığı diller de olacaktır.
Bu ülkede yaşayan yabancı uyruklu birisi derdini İngilizce anlatma hakkı olabiliyor da, bu ülkede yaşayan, bu ülkenin insanı olan, bu ülkenin gerçek sahiplerinin farklı dillerde konuşmasının önünde ne gibi bir engel olabilir, bu korku ve kaygı niye?
Hem kime ne?
Buna karar verecek konumunda olan TBMM var, onun yetki verdiği hükümet var, cumhurbaşkanı var…
***
Genel Kurmay Başkanlığı, birkaç gün önce bir basın açıklaması yaptı…
Açıklamanın bir bölümünde “Son günlerde ‘Dilimiz’ üzerinde kamuoyunun gündeminde yer alan birtakım tartışmaların, cumhuriyetimizin temel kuruluş felsefesini kökten değiştirecek bir noktaya doğru hızla götürülmeye çalışıldığı endişeyle izlenmektedir.” deniyor…
Burayı tam anlayamadım, yoksa kamuoyunun neyi tartışacağını belirleme hakkı Genel Kurmay’a mı ait. Biz ne yazacağımızı mı soracağız, siyasiler neyi konuşacağını önceden söyleyecek?
Bu ne kadar komik bir durum…
Açıklamanın sonunda ise;“Türk Silahlı Kuvvetleri; Devletin, Anayasamızda yer alan, Türk milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma görevi kapsamında; Ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin korunmasında her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir.” deniyor…
Biz de tarafız ama kimseyi tehdit etmek aklımıza bile gelmiyor…
Biz de bu ülkede cumhuriyet hâkim olsun, üniter yapı bozulmasın, hatta en çok korktukları laiklik bile sürsün diyoruz ama bunu kimseyi tehdit etmeden yapıyoruz...
Siyasiler de bunun için uğraşıyor ama ne askeri, ne de polisi tehdit etmiyor…
Tehdit etmek için illa da vergilerimizle alınan silahlara sahip olunması mı gerekiyor?
O silahları bize tehdit olsun diye taşıdıklarını sanan varsa, gaflet ve delalet içerisinde olduklarının artık farkına varmalılar…