Güçlü olmak güzeldir. Bütün yetkileri elinde bulundurmak, her şeye hükmetmek, dilediğini almak, dilediğini satmak.. Bütün bunlar insanoğlunun hoşuna giden şeylerdir ama bu çok zor değil, asıl zorluk ise güçlü iken de adaletli olmaktır…
Güçsüz insan, adaletli insandır…
Bu bir iddia değil, bugüne kadar gelen tecrübelerden edinilen gerçektir.
Güçsüz insan, hakkının yendiğini düşünerek adalet ister.
Hâkimlerin, savcıların tarafsız olmasını, avukatların doğru savunma yapmasını arzular…
Güçsüz insan, gücü elinde bulunduranların yargıya müdahale ettiğini sanır veya gerçekten öyledir…
Parayı veren, makam ve mevki bağışlayan, üstüne de güç ve kudret verildiğinde dilediği davaların tereyağından kıl çeker gibi kolaylaştığını düşünür, belki de öyledir…
Zayıf insan, mücadele eder ama yanlış yapmamaya gayret gösterir.
Cezaevine girse kendisine bakacak yoktur…
Dışarıda kalan ailesinin mağduriyeti söz konusudur.
Ama güçlü olanın böyle bir derdi yoktur, çünkü başı derde girse kurtaranı çoktur.
Bu nedenle zayıfın kontrolü pek önemsenmez…
Sadece toplum bilimciler, aç insanın her şeyi yapabileceğini söyler…
Aç ve açıkta kalanların suç işleme oranı yüksek olur.
Zaten bu suç “adi” kapsamına girer ki, konumuz “büyük suçlar”la ilgili…
***
Cumhuriyet kurulduğundan bu yana ülkemizde çok güçlüler var…
Askerler çok güçlü mesela, her devirde “ülkenin sahibi” sıfatını elinde bulundurarak, “kontrolsüz güç” olduğunu göstermiştir.
Ülkemize gelen demokrasi, ülke insanı için değil, ülke dışındaki güç odaklarının “dayatması” sonucu gelmiştir.
Her darbe dönemi, “ince ayar” vermenin farklı bir metoduydu.
Bu şekilde hem ayar veriliyor, hem korku salınıyor, hem de herkes “durduğu yeri” iyi biliyor.
Kim, nereye kadar gideceğinin farkında, aksinde ise “yönetime el koyma” hakkını elinde bulunduranların gölgesi korkutuyor.
Gerçek manada baktığınızda da Türkiye hiçbir zaman Demokrasiyle yönetilmedi.
Hiçbir zaman Cumhuriyet’in “gerçek manası” hayata hâkim kılınmadı, yönetim modeli olarak uygulanmadı.
Her zaman “bize göre” ayarlanan şekliyle idare edildik.
Devlet, hep kendini korumaya alan, halkını “potansiyel düşman” gören saffında yer aldı.
Esas görevi olan halka hizmeti, hep “ulufe” olarak görüp, burun kıvırarak sundu.
Onların istediği “model” geçerliydi ve bu model, her bedene uyardı, her kültüre göreydi, her yaşam şekline uygundu.
Uymayanları uyduranlar da sürekli görev başındaydı…
Sonra bu ülkede “işadamları” çok güçlüydü ama “büyük işadamları”ydı güçlü olan…
Mafya her devirde güçlüydü, derin odakların gücüne diyecek yoktu.
Bazı “daireler” çok güçlüydü mesela; Anayasa Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, Sayıştay ve elbette ki YÖK ve bağlısı üniversiteler…
Gücün sihrine kendilerini öyle kaptırmışlardı ki, kendilerinden ötekiler, gökyüzünden görülen sinekler gibiydi…
***
Demokratikleşme, bütün bunların gerçek yüzünü bir kez daha göstermeye yetti. Ne kadar demokratikleştik, o tartışılsa da, ucunu bile gördüğümüzde, kimlerin nasıl kirli ilişkiler içinde olduğunu görmemize yetti.
Çünkü gücü elinde bulunduran, aynı zamanda adaletsiz olandı.
Zalimliğiyle, hak ve hukuk tanımazlığıyla konumlarını pekiştiriyorlardı.
Her güçlü zalim değildi ve aslında güçlü olan zalim olmamalıydı.
İşte “adalet” dediğimiz kavram burada çok daha bir anlam ifade ediyordu.
Güçlü, zaten hakkını koruyandı ama güçsüzün hakkını koruyan adalet mekanizmasıydı.
Güçsüz konumda olan, vatandaşın ta kendisiydi.
Kaygısı olan, derdiyle hem hal olan, işiyle gücüyle uğraşan ve birazcık özgürlük, birazcık hak isteyendi.
İstediği, Allah’ın doğuştan kendisine bahşettiklerinden başkası değildi.
Zaten devlet de onu koruma adına vardı, öyle olması gerekiyordu.
Adalet, güçlüleri korumaya başladığı anda, orada insanlıktan eser kalmaz.
Yöneten zalimlerdir, yönetilenler de mazlum.
***
Türkiye’de çok şey değişti.
Şimdi eski güçlü olanlar hizaya çekildi. Mağdur konumda yine halk var.
Ama burada güçlü olan iktidar…
Halk adına görev yapan iktidarlar, gücünü de halktan alır.
Ancak, güçlü olduğu için halkına tepeden bakmaz.
Tepeden bakacaklara da çeki düzen verdirir…
Eğer “daha da güçleneyim” diye hizaya getirdikleriyle “dirsek temasında” bulunursa onun zalimliği çok daha katı hale gelir.
Silivri’de yatıp, sağa sola tehdit savuran, küfürler eden, çoluk çocuğu katletmekle korkutanları “kurtarma adına” atılacak her adım, zalimliğin katmerleştirme çabası olarak algılanacaktır.
Eğer AK Parti, şike yasasında yaptığı” kıvırmayı” darbe sanıklarında da yaparsa, hem bu dünyada, hem öbür dünyada “mazlumlar” olarak iki elimiz, iki yakalarına yapışıp, kalacaktır.
Halkı güçlü edeyim derken, eski gücün eteklerine yapışmak, ne AK Partiyi kurtarır, ne milleti.
Olsa olsa zalimlere yeni bir fırsat verilmiş olur, hepsi o kadar…
Twitimden seçmeler
Günün en güzel saatleri, sabahın ilk ışıklarının vurduğu anlardır. Hayatın güzelliği o zaman belli olur, sonra kirler çıkar ortaya...