Günlük yazı yazanlar, bazen “yazı yetiştirme” telaşıyla, bazen olayı iyi incelemediklerinde, bazen araştırma gereği duymadan kaleme sarılmaları ve çoğunlukla da öfkelerini köşelerine yansıtmalarında olmalı ki, “hata” yaparlar. Hatanın dozu arttıkça, verdiği zayiat da fazla olur.
Her yazarın, ara sıra da olsa bu tür hataya düşmesi mümkün.
Bazen aceleyle yazdığın ve “daha sonra gözden geçiririm” dediğin bir yazıyı, gözden geçirmeden yayına verdiğinde de olabilecek faciayı ancak sende okurlarla birlikte görürsün…
Aklınla, mantığınla değil, hislerinle, öfkenle, kininle, nefretinle veya en azından önyargınla yazı yazmaya başlarsan, çıkacak yazı, sadece seni ve senin gibi düşünenleri tatmin eder. Hatta bazen senin gibi düşünenler bile “kantarın topuzu”nu hatırlatmak zorunda kalır…
Ara sıra kantarın topuzunu hepimiz kaçırıyoruz…
Önemli olan “kasıt” olup olmadığıdır…
Kasıt varsa, kantarın topuzu başınıza düşebilir…
Kasıt yoksa da özür dileme büyüklüğünü gösterirsin, iş tatlıya bağlanır.
Yazarlar, yazılarında özgür olmalı ama bu özgürlük bir başkasına hakaret ettirmeyi, küçük düşürmeyi, önemsiz göstermeye çalışmayı gerektirmez.
Yapılanı, denileni, düşünülüp, ifade edileni acımasızca bile olsa eleştirme hakkı ifade özgürlüğüdür, olmalıdır da…
Ama…
Yapılan, denilen, düşünülüp ifade edilen, senin fikrine uymuyorsa, verecek bir cevabın da yoksa kötü çocuklar gibi basıp küfrü “ne olursa olsun” diyemezsin…
İşte o zaman kantarın topuzu senin başına düşür…
Hürriyet Gazetesi Başyazarı Oktay Ekşi, kantarın topuzunu bir kez değil, neredeyse her zaman kaçıranlardan…
Hisleriyle yazı yazar…
Kini ve nefretini her yazısında “bir şekilde” hissetmeniz mümkündür…
Çocukça bir “önyargıyla” bakar, kendisi gibi düşünmeyenlere…
“Aşırı” fikirlere öylesine tahammülsüzdür ki, o anda yazdıklarının da “aşırı” bir fikrin ürünü olduğunu hissetmez…
İdeolojik saplantılara karşıdır, karşı olurken bile ideolojik saplantının tam içindedir…
En katı laiklerden daha katıdır…
En darbeciden daha “darbesever” bir görüntü çizer, bunu da yalanlayacak girişimde bulunmaz.
Doğrusu ırkçılığa karşıdır ama “damarı” kabardığında, “kafatasçı”lık böyle mi olur diye düşünürsünüz…
Bu nedenle incittiği çok okuru vardır.
Oktay Ekşi, basın özgürlüğünden en çok haberdar olanlardandır…
Çünkü aynı zamanda Basın Konseyi başkanıdır da…
Ama buna rağmen, basının özgür ifadesinden rahatsız oluyormuş gibi izlenim verir.
Söz konusu kendisi olunca ise sonuna kadar bu özgürlüğü kullanması gerektiğine inanır…
Çoğunlukla da kantarın topuzunu kaçırır…
Bu nedenle “seveni” kadar “sevmeyeni” hatta “nefret edeni” hiç eksik olmaz…
Yazısını yazarken, “bir elinde kantar, bir elinde topuz mu var” diye merak ediyorum…
Öyle olmalı ki, son yazısında kantarın topuzunu kaçırdığını kendisi de itiraf etti ama bu topuz, bu defa kendi başına düştü…
Normal olarak İkizdere Vadisine HES yapımını eleştirdiği yazısında, yapılanın kendi fikrince yanlış olduğunu söylemek yerine, önce Çevre ve Orman Bakanı Prof.Dr.Veysel Eroğlu’nu “küçümsemekle” işe başlamış…
Sonra da, akarsuların kullanma hakkının 49 yıllığına verilmesiyle ilgili hususu, “Şimdi, her şeyi satan işte o zihniyetin marifetini görüyoruz” deme yerine, “Şimdi, analarını satan o zihniyetin marifetini görüyoruz” diyerek ifade etmişti.
“Kantarın topuzunu” kaçırdığını taşra baskısında fark etti…
İstanbul baskısında AK parti hükümeti ve doğal olarak da AK Partililer için “analarını satan” ifadesi yerine “her şeyi satan” ifadesini yerleştirdi ama topuz, bir defa Oktay Ekşi’nin tam kafasına düşmüştü…
Bir kere bu ifade bir aydın için ayıptı…
Sonra “analara” hakaretti…
Çünkü “satma” eylemi, çok farklı çağrışımları da beraberinde getirirdi ki, bu ne sayın Ekşi’ye, ne de milletin vekili sıfatını layık gördüklerimize yakışmazdı…
Önyargıyla, öfkeyle, içindeki kinle yazı yazmak, eleştiriyi hakarete vardırır.
Oysa yapılmak istenen Hidroelektrik Santralı yapmak…
Yani bir yatırım…
Ülkemizi elektrikte dışa bağımlı olmaktan kurtaracak adımlardan birisi…
Bunu eleştirebilirsiniz, yerini sorgulayabilirsiniz, güzellikleri ön plana çıkarabilirsiniz…
Ama bunu yapanların anasına sövme hakkını “özgürlük” olarak yansıtamazsınız.
Sayın Ekşi de hatasını geç de olsa anladı ama topuz bir kere kafasına düşmüştü…
Ve olan köşesine oldu, bundan böyle onun köşesi Hürriyet’te olmayacak…
Yazıdan sonra gazeteden onu istifaya götüren sebepleri tek tek sıralamak mümkün ama hepsi, yapılan hatanın bayağılığını örtmeye yetmez…
Hata yapılır, gaf yapılır, bazen eleştirinin dozunu kaçırırsın ama eline aldığın kantarın topuzu başına düştüğünde “bugüne kadar ne hatalar yapmışım meğer” diye kara kara düşünürsün…
O kadar yıl süren meslek hayatının sonunda, “kendi elinle kendi kafana topuz indirmek” bu olsa gerek.