“Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardeşcesine”
Bundan birkaç yıl öncesine kadar sağ cenahtan birisinin yukarıdaki dizeleri mırıldanarak,
Nazım Hikmet’in
“büyük şair” olduğundan bahsetmesini kimse beklemezdi. Hasbelkader böyle bir cahillik(!) yapılsa yer yerinden oynar, adeta kıyamet kopardı.
Oysa aynı dizeleri aşırı milliyetçiliğiyle ünlü isimlerden tutun da, İslami kesimde öne çıkan isimler de mırıldanmaya çoktan başladı bile…
Bu bir değişimdir, bir dönüşümdür ve aslında farklılıkları kabullenmenin, ötekini bizden bellemenin bir tezahürüdür.
Farklılık, değişik düşünce veya “
öteki” diye ötelediklerimiz, bizi tek tip yapan unsurlardır.
Bunun farkına varıldığı anda sol cenahta
Necip Fazıl Kısakürek’in “
büyük şair” olduğunu anlayanların sayısı arttı. Sağ cenahtaysa
Nazım Hikmet’in…
***
Geçen gün, “
Özür Dilemek/Dilememek” başlığıyla bu sütunlarda kaleme aldığım yazıma özellikle sağ cenahtan büyük tepki aldım. Tepki gösterenlere “
yazımı dikkatlice okuyun” diye öğütledim. Çünkü yazımın her satırını düşünerek ve attığım imzanın şuurunda olarak yazmıştım.
Bundan 93 yıl önce
Osmanlı Ermenileri’nin “
Büyük Felaket” diye adlandırdıkları, aslında içeriğini çok da bilmediğimiz bir olay yaşanmış veya yaşandığı iddia ediliyor. Bir grup aydın da, 93 yıl önce yaşandığı iddia edilen bu olay için, çok uzun yıllar boyunca bir arada yaşama becerisi göstermiş iki milletin düşmanlığının bitirilmesine katkı olsun diye “
kişisel” özür kampanyası başlattı.
O imzalardan birisi de benimdi. Ancak “
aynı özrü onlarda gösterir” temennisiyle…
Çünkü resmi tarih kitaplarına hiç inanmadığımdan, neyin doğru, neyin yanlış olduğu konusunda sıklıkla kafa karışıklığı yaşayan bir milletiz. Mesela bize hep düşman gösterilen
Abdulhamid’in birden “
dost” olduğunu anlayabiliyoruz.
93 yıl öncesine gitmeye gerek de yok, 1942 yılına gidelim…
Dünyada eşine ender rastlanan bir vergiyi (
Varlık Vergisi) o tarihte Başbakan olan
Şükrü Saraçoğlu akıl etmişti. Hem de mecliste “
tartışılmaya gerek görülmeden” kabul edilerek…
Vergi, elbette yaşanan ekonomik krizden ortaya çıkmıştı ama adaletsizliğiyle de dillere desten oldu. O tarihte vergi verecekler belirlerken, Müslümanların
M, Gayrımüslimlerin
G, dönmeler
D harfiyle işaretleniyor, kimin ne kadar vergi vereceği belirleniyordu.
Tahakkuk eden vergilerin yüzde 87’si gayrimüslim, yüzde 7’si Müslim mükelleflere yüklenmişti. Geri kalan yüzde 6’sının da çoğu gayrimüslim azınlıklar ve ecnebilerdi.
4 Ocağa kadar vergisini ödemeyen mükelleflere birinci hafta için yüzde 1, sonraki haftalar için yüzde 2 gecikme zammı uygulanacağı ilan edildi. Böylesi bir vergiye kimsenin gücü yetmedi tabii.
Aralık 1942 ve Ocak 1943’te İstanbul'da gayrimüslimlere ait binlerce taşınmaz mülk el değiştirdi. 21 Ocak 1943’ten itibaren İstanbul’da binlerce gayrimüslime ait ev ve işyerleri haczedilerek haraç mezat satıldı.
Bitmedi…
27 Ocak ile 3 Temmuz 1943 arasında, tümü gayrimüslimlerden oluşan toplam bin 229 kişi çalışmak üzere Erzurum Aşkale’ye yollandı. Sürgünlerden 900 kişi 8 Ağustos 1943’te yük vagonlarıyla Eskişehir Sivrihisar’a nakledildi.
Sonra ne oldu?
9-13 Eylül 1943 tarihlerinde New York Times gazetesinde
Cyrus Sulzberger imzasıyla Türkiye’deki Varlık Vergisi uygulamasını eleştiren bir dizi yazı çıktı. Bu yazılardan hemen sonra 17 Eylül’de toplanan TBMM, Varlık Vergisi borçlarının silinmesine karar verdi.
Ancak ödenen ödenmiş, giden mallar gitmiş, sonrasında dram, güvensizlik, kuşku, huzursuzluk almış başını gitmişti.
Bunu yine sağ cenahtan birisi,
Yılmaz Karakoyunlu, eserinde dile getiriyordu açık yüreklilikle…
Belki çoğunuz
Hülya Avşar’ın başrolünü oynadığı “
Salkım Hanımın Taneleri” adlı filmi,
Yavuz Bingöl’ün sesinden “
Sarı Gelin” şarkısı eşliğinde izleyerek “
utandığınız” anlar çok olmuştur.
***
İşte ben, aynı utancı, bizler Kurtuluş Savaşı verdiğimiz bir zamanda bizi arkadan hançerledikleri anlatıla gelen Ermenilerinde duymasını isteyenlerdenim.
Ben 1915’de ne olduğunu bilmiyorum…
1942’de ise neler olduğunu çok iyi biliyorum…
Ve Ermenilerin, hazır ülke işgaldeyken yaptıklarını da rivayetlerden anlayabiliyoruz…
Asala Terör Örgütü’nün hiçbir suçu olmayan masum insanlara yaptıklarını da biliyoruz.
Yani aslında biz de biliyoruz, onlarda…
O zaman boş yere “
Ermenilerden Özür Dilemiyorum” imza kampanyası açıp, “
Özür Diliyoruz”a tepki gösterileceğine,
utanması gerekenler utansın diyerek orta yolu bulmak daha insancıldır.
Özür dilemek büyüklükse eğer, bir grup aydın “
kişisel” olarak özür diledi. Bu özür öyle bir yankı yaptı ki, tarih yeniden sorgulanmaya başladı. Bir tabu yıkıldı, tartışma başladı, korkularak saklanan konular ilk defa gün yüzüne çıktı.
Tartışmak her zaman sağlıklıdır. Yeter ki seviyeli olsun…
Şimdi “
Özrü kabahatinden büyükler” ortaya çıkmış, özre karşı “
özür dilememe” kampanyası yapıyorlar.
Özür dileyenlere “
Suç mu var ki özür diliyorsunuz?” diye kızanlar, “
Ne için özür dilemiyorsunuz?” diye sorulacağını düşünmemiş olmalılar.
Sahi siz ne için özür dilemiyorsunuz?
Başsağlığı
Orhan Acar, İl Genel Meclisi Üyesi olarak da, bir siyasetçi olarak da başarılı ve yürekli bir isimdi. Cesareti, konuya hâkimiyeti ve çıkışlarıyla adından hep söz ettirirdi. Eşiyle birlikte trafik kazasında hayatını kaybettiğini öğrendim. Her ikisine de Allah’tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dilerim.