Ülkede okuma yazma oranının neden onlarca yıl düşük olduğunu araştıranlar, bir türlü gerçeğe ulaşamıyor. Oysa sebebi çok basit, okuyan halk, sömürüldüğünü anlayacak ve doğal olarak da sömürenlerin tahtı sarsılacak.
İsterseniz buna çok bilindik bir örnek vereyim. Çok uzun yıllar önce, doğduğum yerde bir okul açılması gündeme gelmiş. Okul dedikse Harvard açılacak değil ya, ilkokul açılacak. İlk karşı çıkanlar o zamanın “iradesi” olan ağalarmış. Yıllarca okul açtırmamışlar.
Ne yani, marabasının oğlu okula gidecek, okuma yazma öğrenecek, ağanın halka zulmettiğinin farkına varacak, olacak şey mi?
Olmamış tabii…
Yıllarca engellemişler…
Önce ilkokula müsaade edilmiş, sonra ortaokul için direniş göstermişler.
Ve derken ipin ucu kaçınca ağalığın da köküne kibrit suyu dökülmüş.
Elbette şimdi de ağalık var ama eski ağalıkla şimdiki arasında da dağlar kadar fark var. Şimdi bey olduk, paşa olduk, belediye başkanı olduk, “Başkanın kardeşi” unvanı aldık, milletvekili olduk, olduk ha olduk…
Konumuz ağalık, beylik, paşalık değil, “korunma içgüdüsü” olunca, yerel bir örnek olması açısından verdim. Devlet de böyledir aslında. Devletin ceberrutluğu, kendini koruma içgüdüsünden gelmektedir.
Halkı koruma adına bir yapıya bürünen ve adına “devlet” denen şey, bugüne dek, kendini korumayı amaçlamaktan öte bir şey yapmamıştı.
Tarih boyunca da devlet, kendisini halktan koruma içgüdüsü geliştirmiş, derin yapılar da bu içgüdünün eseri olarak ortaya çıkmıştı.
Bu nedenle de “hak” kavramı, ülkemizde hep bir lüks olarak görülmüş, verirken gıdım gıdım vermiş ve bir ulufe veriliyormuş havası estirilmiştir.
Sanki babasının malını bir başkasına sunuyormuş gibi pinti davrananların esas gayesi, halkı “uyandırmamak”, saltanatlarını korumaktır.
Sonradan çıktı bu demokratlık…
Herkes demokrat oldu birden…
Ta ki, kendilerine dokunana kadar.
Oysa içselleştirilmeyen hiçbir görüş samimiyetini korumaz. Yürekten istemelisiniz, onun için mücadele etmelisiniz ve bir zalimi ilga ederken, yeni zalim siz olmamalısınız.
***
Ülke bugün geçmişiyle yüzleşme adına iki ileri bir geri adım atıyorsa, buna “Özel yetkili” diye adlandırılan mahkemelerin ve “özel yetkili” savcıların katkısı yadsınamaz. Elbette “siyasi irade” ve “kamuoyu desteği” de eklenince derin yapılar ortaya çıkarıldı, darbe girişimleri yargıya intikal etti.
Ama şimdi bir geriye dönüş söz konusu, neden acaba?
Bir süredir “Özel Yetkili” diye adlandırılan mahkemelerin kaldırılması gündemde.
Gerçi hükümetin bir üyesi “kaldırılacak” derken, diğeri “böyle bir çalışma yok” demeyi tercih ediyor ama ateş olan yerden de duman çıkıyor.
Ve sonunda 3.yargı paketinde, yani 1 Temmuz’dan önce “Özel Yetkili” diye adlandırılacak mahkemeler kalmayacak. Hem de “darbelerle hesaplaşan” AK Parti hükümeti tarafından. Bu işte bir gariplik yok mu, yoksa ucunun kendisine dokunmasından korkanlar mı var?
Ne yazık ki, ülkemizde yargı sistemi, her zaman birilerinin “oyuncağı” haline gelmiştir.
Zamanında İstiklal Mahkemeleri, zulümleri örtbas etme için oluşturulmuş bir yapıydı. Halkı aydınlatacak, gidişatın kötü olduğunu söyleyecek, gerçeği gösterecek herkes susturuluyordu. Yargılama yoktu, ceza vardı.
Sonra Devlet Güvenlik Mahkemeleri çıktı. Devlet Güvenlik Mahkemeleri de, halkı koruma, halkın güvenliğini sağlama adına değil, kendi kafasında oluşturduğu paranoya gereği, kendi güvenliğini sağlamaya dönük davalara bakıyordu.
Ve birden demokratlaştık…
Bir gece yarısı uyandık ve demokratlığın çok cici bir şey olduğunu öğrendik. Çünkü darbeler “kaka”ydı, öyleyse karşıtı olan demokratlık çok ciciydi.
Bir zalimi devirecektik, bir zulme son verecektik. Darbeciler yargılanacak, bu millete yaptıkları zulmü, fitil fitil burunlarından getirecektik.
Bunu yapmak için öncelikle devletin tüm organları “bizden” olmalıydı. Bizden olmalıydı ki, zalimle başa çıkabileydik.
Ve bir anda tablo tersyüz oldu.
Darbeciler Silivri’ye, darbecileri yargılama arzusuyla dolu olanlarsa devletin diğer organlarına sirayet etti…
Ancak bunun için “icazetli” olanlar seçiliyordu, bizim gibi darbe karşıtı ve “yürekten demokrat” olanlar değil.
Bir ağa gidecek, yeni bir ağa gelecekti belki de…
Henüz tablo net değildi.
Bir zalimi ilga ederken, zulümler ortaya çıkmaya başlayabilirdi…
Bu minval üzere az gittik, uz gittik dere tepe düz gittik. Bir de dönüp arkamıza baktık ki, bir arpa boyu yol gitmişiz.
Ağalar yerinden kalkmış, Silivri’ye istirahate gitmişti, ağanın azapları halen görevdeydi.
Bir şey daha vardı…
Ağanın zulmüyle büyüyenler, “zalimliği” öğreniyordu. Mazlumlardan, mağdurlardan, yoksullardan “öç” alıyorlardı. Bir ağa gidiyordu ama bizim ağa çok yaşayacaktı.
Öyleyse ağaları yargılayan mahkeme lağvedilmeliydi, görevi tamamlanmıştı, bizden olmayan zalimler cezalandırılmış (eh yani