Yerel seçimler yaklaştıkça siyasi partilerdeki hareketlilik de devam ediyor. Gönlünden adaylık geçen, aday adaylığını yükselme veya rant kapma olarak algılayan, kentinin kalkınmasını ve ilerlemesini düşünenler.. ama hepsinde bir heyecan var. Ama bu heyecanlar değişik değişiktir…
Mesela siyasi partiler, yerel seçimlerden galip çıkmanın derdindedir. “Şu ili alalım, bu ili alalım, şu kaleyi zapt edelim” türü çıkışların temel gerekçesi, o kentteki oyunu arttırmak, zafer kazanmaktır. Burada adayın profili, “oy kotaracak” bir güce sahip olmasından öte bir şey değildir. Eğer siyasi partinin rüzgârı varsa “ceketimi koysam kazanır” zihniyetinden çok öte, “ne kadar artı oy getirir” hesabını yapmaktan geçer. Siyasi partiler için adayın, belediye başkanlığının hakkını vermesi, kentin vizyonunu değiştirmesi, insanların yaşam standardını yükseltecek adımlar atması sadece bir beklentidir, hedef değil.
Sadece siyasi partiler değil elbet, o ilde siyaset yapan vekiller ve yerel teşkilatın da aday profilinden beklentileri farklıdır. Kimi “itaat eden” aday ister, kimi “”nemalandıracak” adaydan yanadır, kimi “oyumuzu arttırsın”, kimi “hizmet etsin” der ama sonuncusu hedef değil, beklentidir.
Vatandaş ise kentin kalkınmasını ister. Yolsuzluk iddialarının sonlandırılması, vekâlet verilen belediye başkanının hizmet etmesini, bazıları oğlunu, kızını işe almasını, bazıları yolunun yapılıp, suyunun getirilmesini, bazıları da yok günlerinde uzanan bir el olmasını arzular. Vatandaşın da hizmet beklentisi, hedef değil, bir arzudan öteye gitmez. Zira hiç hizmet etmemişlerin bir daha seçilmesi, bir daha umut olarak görülmesi bundandır. Halen üç dönem, beş dönem önceki başarısız siyasilerin adının anılması da bundandır.
Hatta yoldan geçen ilk kişiyi durdurup, koltuğa oturtsalar, mevcuttan çok daha iyi yapacağını bilirler ama kafalarındaki başkan şablonunu da bir türlü değiştiremezler.
Bir de aday adayları var; Kimi bir basamak olarak aday adaylığını görür, kimi hizmet için aday olur, kimi mevcut başkandan veya yakınlarından daha çok malı götürmek için. İhalelere hükmetmek, parayı kontrol etmek, çevresini kalkındırmak, rant sağlamak ve daha neler neler…
Kimi oluşumlar, aday adayı ortaya sürer, “seçilirsen emrimizde olacaksın” diye bazı yerlerden destek alır. Bu destek, hayatı boyunca boynuna vurulan prangadan farksızdır ya, bilerek yola koyulmuştur.
***
Bu arada bazı Dursun Çavuşlar da çıkar elbet…
Dursun Çavuş, 13 Aralık’ta vizyona girecek bir sinema filminin adı. Ama Dursun Çavuş, 1977 yılında statükoya başkaldıran bir isimdir aynı zamanda. Aldığı üç oyu tasnif ederken, “Bu oy benim, bu oy hanımın, peki bu oy hangi puştun” benzeri söylemi, dilden dile dolaşır, esprileri konuşulur.
Benim kaleme aldığım, Evrensel Medya’dan Ali Avcı’nın yapımcılığını üstlendiği Dursun Çavuş filmi, sadece bu ve benzeri esprilerle süslü değil, seçmene ışık tutan bir yönü de var.
Dursun Çavuş, “böyle gitmez” diyen yapıda birisiydi. Eğer ortada düzeltilmeyi gerektiren bir arıza varsa “ben gideririm” diye düşünüp, sorumluluk alandı. Ağa değildi, bey değildi, paşa değildi, cebi şişkin, banka hesabı kabarık da değildi. Elinde olanı harcamaktan çekinmeyen ama israf da etmeyen birisiydi. Hem hayali genişti, hem farklı fikirlere tahammülü vardı. Memleketi bir yere taşıyacak fikirleri dinlemekten imtina etmezdi.
***
Belediye Başkanlıklarına aday adayı olanlar, nelerle karşılaşacağını da iyi bilir. Bilirler ki, “beş yıllık maaşından fazla” harcama yapması gerektiğini. Bunun için borç alacak, olanı satacak, bir yerlerden destek alacaktır. Her aldığı destek, “iş olarak” ödeyeceği diyet haline gelecektir. Vatandaş bunu bilir, eleştirir ama beklentisi de değişmez. İş yapabilecek ama maddi gücü olmayanlar ise “Dursun Çavuş’lukla” veya başka benzer şekilde bir suçlamayla dışlanır. Üstelik bir hakaret gibi…
Kafalarındaki şablona terstir; Aşireti yoktur, köy sahibi değildir, arkasında gençleri yoktur, bir emirle sokağa dökülecek insanlara sahip değildir. Cemaatler arkasında değildir, farklı farklı oluşumların dayatmaya çalıştığı bir isim de değildir ama ufku vardır, kenti geleceğe taşıyacak birikime sahiptir, vizyon kazandıracak bir isimdir, kimin umurunda.
Çünkü cebinde beş kuruşu yok, kalkıştığı işe bak!
Ankara’ya gidilecek, partiye bağış yapılacak, işe ucundan kıyısından el atanlara para ödenecektir. Tanıtım yapılacak, broşürler hazırlanacak, dev afişler şehri süsleyecektir. Gazete ve sitelerde haberlerin rahat çıkması, söyleşilerin sıkça yapılması, gazeteler ve televizyonların hep ondan bahsetmesi için kılını kıpırdatacak.
Yetmedi tabii daha bol parası olacak
Çünkü araçlara benzin konacaktır, topluluğa kebaplar yedirilecek, çiğ köfteler ikram edilecektir. Çay eksik olmayacak, seçim karargâhı olarak kullanılan mekân güzel olacak, ikramda kusur edilmeyecektir.
Hiç kimse “eli cebine gitmiyor” demeyecek, bonkörlüğü son haddine kadar kullanacaktır. Ne değirmenin suyu sorulacak, ne sonra o değirmen nasıl doldurulacağı üzerine kelam edilecek.
Kendisi bile oy vermeyeceği için kazanamaz!
Ama eğer kazanırsa nasılsa yapılan harcamalar kolaylıkla tahsil edilecektir, kazanamazsa hiç kimse “senin bu kadar masrafın oldu, buyur” diye beş kuruş vermeyecektir.
O zaman da Dursun Çavuşlar, 1977’deki seçimden bu yana gelmeyecektir.
Oysa gelmeli…
Dursun Çavuş’un bir sandıkta üç oy alması onun suçu değildi çünkü.
Aslında küçük yerlerde kendini sevdirecek belediye başkanı olmak çok kolay. Sadece üç proje gönüller kazandırır ama o ufuk asla kafamızda şekillendirdiğimiz “başkan” profilinde çıkmıyor.
Kafamızdaki belediye başkanı ve yönetici kalıbını değiştirmedikçe, bize hizmet edeni asla bulamayacağız. O kalıp kimseye hizmet etmez. O kalıp, kente veya insanına bir şey katamaz. Bir beş yıl daha kaybedersiniz, sonra bir beş yıl daha. Bu devran böyle sürüp, gider.
Bunun için önce biz kendimizi değiştireceğiz. Sonra her şeyin değişmeye başladığına şahitlik edeceğiz. Zira biz değişmeden kentler değişmiyor.
Bu nedenle Dursun Çavuş’u suçlamanın bir alemi yok. Suç varsa, değişime açık olmayan, mevcudu değiştirmeye gücü yetmeyen, başkanlığı “belli kalıptaki insanlara hak bilen” bir topluluğun suçuydu. O topluluk, hak ettiği bir idareyle yönetilip, duruyordu. Ama hep duruyordu, bir yere gittiği de yoktu.
Bütün kentlerde Dursun Çavuşluğun alemi var ama buna karar verecek, yeni Dursun Çavuşlar değil, yeni bir anlayıştır.
Tweetimden seçmeler
Artık bazı kentler aday adayı olanları değil, yapabilecek isimleri istemeyi, teşvik etmeyi ve aday olmalarını sağlamayı öğrenmeli.