Türkiye’de eleştirinin sınırlarının olduğu pek olduğu söylenemez. Her şeyi kolaylıkla eleştirebilirsiniz. Bunların başında siyaset gelir, spor gelir, sanat gelir…
Her siyasi lideri, her bürokratı, her sivil toplum örgütünü eleştirme hakkını, dileyen kendisinde bulabilir. Yeter ki eleştiriler ölçülü ve insaflı olsun…
Sanatı da yeterince eleştirme şansına sahipsiniz…
Bir sinema filmini beğenmeye bilirsiniz; görüntüsünü, ses kalitesini, oyuncularını, kurgusunu, senaryosunu, repliklerini yerden yere vurma şansınız vardır…
Filmin iyi yönetilmediğini de söyleyip, yönetmeni yerden yere vurma şansınız da var…
Tiyatro için de bu geçerli…
Hele hele diziler için…
Bir diziyi “toplum yapımıza” uymuyordan tutun da, çarpık ilişkileri alenileştirdiği ne kadar, hatta esere sadık kalınmadığı veya tarihi gerçekleri çarpıttığı için acımasızca eleştirme hakkınız var…
Sadece eleştirmekle kalmaz, kampanyalar düzenleyip, diziyi hedef tahtasına bile oturtabilirsiniz…
RTÜK’ü faks, telefon ve e-posta yağmuruna tutarak dizinin cezalandırılmasını bile sağlayabilirsiniz…
Müzik için de bütün bunlar geçerli…
Zıpçıktı pop şarkıcılarından tutun da, müziğin berbatlığından, sözlerin acayipliğinden bahsedip, büyük emek verilen bir kaseti yerden yere vurma şansınız var…
Televizyon programları da bu eleştiriden kolayca nasiplenebilir…
Sunucu kötüdür, konuklar berbattır, ses düzeni fecaattir, konusu itibariyle topluma kötü örnek oluyordur, milli değerlerimizi aşağılıyordur veya aile yapısını bozmaya yöneliktir…
Kitapları eleştirmek de çok kolay…
Aylarca, yıllarca emek verilerek okuyucuya ulaştırılan bir kitabı, iki saniyede yerden yere vurmak kadar kolay ne olabilir ki…
Hatta şu yazdığım yazıyı da bir saniyede yerden yere vurma şansınız olduğu gibi, buruşturup çöpe atma hakkınız da var…
Sporu eleştirmek de çok kolay…
Şikeden girersiniz, kötü oyun kurmadan çıkarsınız, yetmezse teknik direktörün basiretsizliğinden, oyuncuların beceriksizliğinden dem vurabilirsiniz…
Spora siyaset karıştıranlara kızar, sporcuların siyaset yapmasını da eleştirirsiniz…
Bütün bunları elbette eleştirme hakkı da vardır, beğenme hakkı da…
Sonuçta sanatta, siyasette, spor da bir beğenidir…
“Renkler ve zevkler tartışılmaz” diyenler, bu nedenle her türlü eleştiriyi bu bağlamda değerlendirerek saygı gösterir…
Birisi arabesk müziğini sever, bir diğeri arabeskin avam müziği olduğunu söyler…
Kimisi rock müziğini sever, kimisi rap müziğini…
Kimi halk müziği hayranıdır, kimisi sanat müziğinden vazgeçmez…
Her birisi de diğer müziği beğenmediği gibi, dinlemeye tahammül edemeyenler de vardır…
Buna rağmen de eleştirilerin olmasına kimse bir şey demez…
Modayı bile eleştirebilirsiniz. Kılı kırk yaran, iğneyle kuyu kazan, farklılık olsun diye takipçilerini avlamaya dönük ilginç kıyafetleri yerden yere vurma şansınız var…
***
Ama Türkiye’de üç şeyi eleştiremezsiniz…
Birisi resimdir, biri heykel, bir diğeri de operadır…
Tıpkı diğer sanat kollarında olduğu gibi, insanların bir resme veya bir heykele bakış açıları vardır…
Güzellik göreceli bir kavramdır…
Leyla’yı görenler, Mecnun’un “bu kız için nasıl deli divane olduğuna” bir anlam veremezler…
Mecnun ise Leyla’ya tüm dünyanın deli divane âşık olamamasına şaşar…
Resim ve heykel de böyledir aslında…
Kimisi, bir başkasının hiçbir anlam yükleyemediği resmi saatlerce anlatabilir…
Bir diğerinin “taş yığını” olarak algılayacağı bir heykelin neler anlattığını günlerce anlatabilir…
Kısaca, birisine çok güzel gelen bir heykel, bir diğerine ucube görünebilir…
Ama bunu dillendiremez…
Operada aynıdır…
Kimisi “bu adam niye bağırıyor” diye düşündüğü bir eseri, bir diğeri tarihsel sürecinden başlayarak size saatlerce anlatabilir…
Diğer sanat dallarını açıkça eleştirme hakkınız vardır…
Ancak bu üçünü sesli olarak eleştirme hakkını hiç kimseye vermezler…
Çünkü bu üçünü “çağdaşlık” olarak yorumlayanların asıl gayesi, yaptıkları ucubeleri “sanat” diye yutturup, milyonlar kazandıklarındandır…
Eğer beş para etmez bir eseri önüne gelen eleştirmeye başlarsa, hiç acımdan milyonlar verip, evin en mutena köşesine koyan sonradan görme zenginleri nerede bulacaklar?
Kars’ta yapılan ve “ucube” olarak eleştirilen heykele bir kez değil, on kez daha baksanız, kimisi “ucube” demeye devam edecek, kimisi de yere göğe sığdıramayacaktır…
Diğer sanat kollarında olduğu gibi bu üç sanat dalı da, tapu olmaktan çıkıp, eleştiriye tahammüllü hale gelmedikçe “böyle sanatın içine tükürenler” eksik olmayacaktır…
Ve ucubeyse, ucube olduğu rahatlıkla söylenmelidir.
Tıpkı Kars’taki heykelin taş yığınından öteye gitmediği gibi…