Bu soruyu milyonlarca kişinin sorduğundan eminim. Toprağa düşen her fidana gözyaşı dökenlerin de aynı soruyu sorduğundan çok eminim.
Biliyorum ki, doğal afetlerde bile bu soruyu soran insanların sayısı hiç de yabana atılacak gibi değil. Bu soruyu kendime çokça sorduğum gibi, köşemde de defalarca dile getirdiğimin de farkındayım.
Benim gibi onlarca yazarın da aynı soruyu sorup, hiç cevap alamadıklarını da biliyorum.
Ve yine biliyorum ki, bu soruyu sizler de sıkça dile getiriyorsunuz ama sorunuz her seferinde duvara çarpıp geri dönüyor…
Niye hep biz ölüyoruz?
Doğudan, Güneydoğudan, kırsal kesimden, imkânsızlıktan, yoksunluktan, çaresizlikten…
Her defasında terör bu bölgeyi vuruyor, bu bölgenin insanı toprağa düşüyor…
Analar burada ağlıyor…
Evlatlar burada yetim kalıyor…
Gelinler de burada dul kalıyor…
Gözyaşını yüreğine akıtan babalar da buradadır…
Burada insanlar her zaman mağdurdur, mağdur edilmeye adaydır…
Ölüme en yakın insanlar burada yaşar…
“Ölmesi gerektiği” düşünülen insanlar da burada yaşam mücadelesi verir…
Bazen yoksulluktan ölürler…
Bazen yolumuz hastaneyi bulamadığı için göçüp gideriz…
Bazen anlamsız bir savaşın tam ortasında kendini bulanlar olur…
Ölende buranın insanıdır, öldüren de…
Kimine göre birisi şehit olur, bir diğeri leştir…
Ölüm, buranın insanını yatağında pek yakalamaz…
Buranın insanı erken ölür, hayata doymadan bırakıp gider, bıraktırıp giderler…
Münferit olayları, münferit şehitleri saymıyorum.
Genelleme yapınca, hep buranın insanının öldüğünü, hep buranın insanının ölmeye aday olduğunu görebilirsiniz…
Her şehit haberinde, ekranların karşısına geçin ve feryat figan eden analara, babalara, bacılara, kardeşlere bakın…
Hepsi yoksuldur, doğuludur, güneydoğuludur, köylüdür, kasabalıdır, işçidir, çiftçidir, mazlumdur, mağdurdur. Üç kuruşla yaşam mücadelesi veren insanlardır…
Bir tek evlatlarını bağrına basmayı istemektedirler, başka bir şey onların umurunda bile değildir…
Üst üste yaşanan terör olaylarında, hayatının baharında, yaşama veda eden askerlerimize döktüğümüz gözyaşımız dinmeden, yeni acılara ağlarız…
Şehit olan askerler buranın insanı olmasına rağmen, birçok kentte yayılan nefret dalgası da burası içindir…
Ölen biz oluruz, suçlanan da biz…
Bölgede yaşayan herkese “Kürt” gözüyle bakar, her Kürdü de terörist olarak bilirler…
Daha önce de sormuştum, şimdi de soruyorum; Bakan Ali Babacan’ın şehit olan kuzeni dışında, bugüne kadar hiçbir bakanın, hiçbir milletvekilinin, hiçbir siyasinin, hiçbir askeri personelin, hiçbir büyük işadamının ya da hiçbir yüksek bürokratın çocuğunun şehit olduğunu duyan oldu mu?
Sosyete dünyasından, sanatçıdan, büyük gazetecilerden, büyük yazarlardan ve onun yakınlarından bu tür acı haberi alıp, yüreğine taş basan var mı?
Peki, Doğu ve Güneydoğu’da bulunan iller dışında şehit veren iller var mı?
Şehitlerin doğum yerleri neresi, köyden mi, kentten mi, zengin mi, fakir mi, gariban mı, sosyeteden mi?
Bu soruların cevabı verildiği gün, terörün de bittiği gün olacaktır…
***
Ama sadece bu değil ki; Terör olmasa da biz ölüyoruz…
Yoksulluk en çok bu bölgeyi vuruyordu…
Doktora, hastaneye, sağlık personeline ulaşamayıp, yolda hayatını kaybeden insanların hikâyesi de bu bölgeden çıkıyordu…
Deprem de bizi öldürüyordu…
6 Mayıs 1930 Hakkari’de, 26 Aralık 1939 Erzincan’da, 31 Mayıs 1946 Varto-Hınıs’ta, 19 Ağustos 1966 Varto’da, 6 Eylül 1975 Lice’de, 30 Kasım 1983 Erzurum-Kars’ta, 13 Mart 1992 Erzincan’da, 27 Ocak 2003 Pülümür’de, 1 Mayıs 2003 Bingöl’de ve 23 Ekim 2011 Van’da, büyük depremlerde büyük sayıda insanlarımızı kaybettik.
Ve biz hep ölüyorduk, hep ölmeye adaydık ama hep suçlanıyorduk da…
Dün yine Van’da öldük…
Bin kez daha ölmeye varız, tek dileğimiz suçlanmamak.
Hem öldürüyorsunuz, hem ölüme terk ediyorsunuz, hem de suçluyorsunuz, hem de üzerimizden siyaset yapıyorsunuz…
Artık kabullendik, hep biz ölüyoruz, bari rahat bırakın…
Twit’imden seçmeler
Yüreğim Van’da kaldı. Sözün bittiği yer burasıdır ve bundan sonrası insanlığın başladığı andır.