Samimiyet, gerçekten de aradığımız şey mi, siz ne kadar samimiyet arıyorsunuz, onlar ne kadar arıyor, başkaları ne kadar.. diğerlerini boş verelim de en azından “
ben ne kadar samimiyet arıyorum” ve üstelik bunu çok merak ediyorum.
Belki de aradığımız şeyin gerçekten samimiyet olup olmadığına kendimizin bile karar vermemiş/verememişizdir…
Hayatın her alanında “
işini gören”, “
işini bilen” insanlara saygı duyuluyor ama “
işini nasıl gördüğü”, “
işini ne kadar bildiği” pek sorgulanmıyor.
Oraya gelene dek verilen çabayı da, ödünü de kimse bilmiyor...
Emek ve çaba, zaten olmazsa olmazdır ama o verilen ödünler…
İşte o ödünler samimiyetimizi test etme aracıdır.
Köprüden geçerken kime nasıl yakınlaştığınla ilgilidir.
Ona nasıl davrandığın, önünde nasıl durduğun, nasıl konuştuğun…
Belki onu nerelere çıkardığın, nerelerden indirdiğin de önemlidir.
Yanlış anlaşılmasın, “
elimize bir test cihazı alıp, yoldan geçeni test edelim, eşimize, dostumuza, arkadaşımıza bu testi uygulayalım veya bu testi yöneticilere, siyasilere de yapalım” diye bir şey demiyorum.
Bu test bizim için, kendimiz için…
Bu soruyu kendi kendimize “
samimi” bir şekilde sorup, aradığımız şeyin gerçekten de samimiyet olup olmadığına karar vermemiz lazım.
Kaçabiliriz elbet…
Kendimize bile konuşmayarak, bu testi de bir kenara bırakır, soranlara da cevap vermeyiz.
Hepimiz bunu çok iyi yapıyoruz zaten, kaçıyoruz…
Ama ben kaçmayacağım, kaçmamak için yıllardır direniyorum.
Aradığımız şey samimiyet mi diye çokça kendime sorarım ve o gün olan olaylarda veya alışverişimde, iletişim kurduğum her insandan beklentimi test ederim, aradığımı şey gerçekten de samimiyet mi?
İşim görülsün diye farklı kılıflara girebiliyor muyum, hem de bunu rahatlıkla yapabiliyor muyum?
Bir başkasına tavsiyede bulunurken, “
zamana” ayak uydurmasını, “
düzene” göre gitmesini, “
bekleneni” vermesini, “
isteneni” karşılamasını mı istiyorum…
Biz gerçekten “
doğru” olanın mı uygulanmasını istiyoruz?
Kimsenin hakkını yememeyi, kimseye de hakkını yedirmemeyi…
Hani bazen hakkını yedirsen de, hak yiyen konumuna düşmemeyi mi istiyoruz…
Çıkmaz bir işimizin çıkması için “
devreye” kaç beygir gücünde “
adam” koyuyoruz…
Bizim işimiz olurken, başkasının işinin “
aksadığı” veya “
tümden olmadığı” varsayımıyla empati yapma şansımız oluyor mu?
Ya bizim de hakkımızı yeselerdi, hak yiyen konumunda başkası olsaydı…
Köprüden geçene kadar kimlere dayı dediğimize bir bakalım isterseniz…
Köprüden geçen diğer “
yeğenlerle” karşılaşmak zorumuza gider mi?
Köprüden niye geçtiğimizi, geçmek zorunda olup olmadığımızı bile bilmiyoruz.
O ayının köprünün üstünde ne işi olduğunu ise hiç sormuyoruz…
O ayıya iltifat etmek, onu göklere çıkarmak zorunda kalabiliriz, belki de işin ilk kuralı budur.
Bizim tek amacımız, köprü mü, öte tarafı mı yoksa başka yollar da var mı diye bakınmak mı?
Amacımızı gizleyebiliri ama o köprüde olanları hiç kimse görmese de, vicdanımız bize sürekli hatırlatır.
Bütün amacımız köprünün ilerisiyse, köprüde olanları görme şansımız kalmaz; bakmaz, duymaz ve görmeyiz, aldığımız yaraları da, dayı yeğen şakalaşmasına verebiliriz…
O köprüyü geçene dek hangi ayılara, ne kadar da çok dayı diyenimiz oluyor, yediği pençelerden her tarafı kan revan içinde kalanları görmek mümkün olmuyor.
Bazen bu daha aşağılık, daha onursuzca olabiliyor.
Haysiyetimizi o köprüde bırakıyoruz, şerefimizi o köprüde bırakıyoruz ve sonra köprüyü geçtikten sonraki makamlarda hava atıyoruz; dişimizle, tırnağımızla geldik diye…
Yok öyle bir şey…
Sizin bütün samimiyetiniz o köprünün başında belli oldu…
Bütün test orada yapıldı…
Hepimiz tek tek sınava tabii tutulduk…
Kimimiz geçti, kimimiz kaldı ve kimimiz de “
Eyvah!
ben ne yaptım” pişmanlığında…
O köprüyü bir tek iş için, bir tek makam için, bir tek amaç için düşünmeyin.
Hayatımızın her alanında önümüze bir köprü konuluyor, dikenli yollar da var, engebeli dağlar da var ama o köprüden kolay geçme imkanı var…
Ama o köprüde bir şeyler bırakman gerekiyor…
Samimiyet testi işte burada önümüze çıkıyor, yüzümüze vuruluyor, sessizce çığlık atıyor…
Biz ne kadar kendimiz olmayacağız?
Biz değerlerimizden ne kadarını bir yana bırakacağız?
Neleri feda edeceğiz, neleri çiğneyeceğiz, nelere göz yumacağız ve neleri görmemeyi sürdüreceğiz…
Dünyalık hiçbir makam için, o köprüde, hiç kimseye ağız eğmek zorunda olmadığımızı da bir gün öğreneceğiz.
Belki o gün, o köprüde neden bir şeyleri feda etmek zorunda kaldığımızı da sorgulayacağız…
Hiç değilse o zaman samimi olalım, en azından kendimize…
“
Köprüdeki dayı” deyip, geçmeyeceksin, bizim insanlığımız, ona karşı duruşumuzda gizli…
Tweetimden seçmeler
Önümüzde sadece iki seçenek varsa, zor olsa da iyiye, güzele, bağışlamaya, yaşatmaya.. dönük olanı seçmek gerekir.