Dün Babalar Günü’ydü ve dün 1 milyon 530 bin öğrenci geleceğini tayin etmek için üç saat ter döktü. İki çocuğum da ÖSS’ye girdiğinden bizim döktüğümüz ter ikiye katlandı. Geçen haftanın sonuna doğru gelen “Kamu İhale Kanunu”nda yapılan değişiklikle yerel basını susturmaya dönük “ihale ilanlarının yerel gazetelerde yayınlanma”yı gereksiz kılan tasarı TBMM’de görüşüldüğü haberi Türkiye’de bin 300 gazeteyi ayağa kaldırdı. Ve Cuma günü Mümtaz’er Türköne, Gökkuşağı Derneği’nin davetlisi olarak ilimize geldi; Gelecekte bizleri nelerin beklediğini, demokrasiyi, anayasayı, hukuku anlattı. Bu kadar yoğun gündem ve kafa karışıklığı içerisinde neyi ön plana çıkaracağımız, neyin üstüne gideceğimizi, neyi görmezden geleceğimizi de doğrusu kestiremedik. Hepsi de önemli konulardı… Bir taraftan yanlış bir sistemle yılların çalışmasını üç saate sığdırmak ve bundan başarı beklemek.. Daha kötüsü farklı eğitim kalitesine, farklı gelire rağmen gençlerden aynı oranda başarı beklemek.. Bir yandan da mecburen katılmak zorunda kalınan bir sınav… Neyse koşuşturma bitti ve artık Temmuzun sonunu bekleyeceğiz. *** Şuna bütün kalbimle inanıyorum ki demokrasi olan yerlerde yerel basın vardır. Demokrasi bir ülkede, bir mahalde yoksa orada yerel basının olduğunu söylemek de imkânsızdır. Bu bütün yerel basının çok iyi olduğu, halkın gözü, kulağı ve dili olduğu anlamı taşımaz ama ifade özgürlüğünün yolu yerel basından geçer. Türkiye’de bin 300 adet yerel gazete varmış, bu vesileyle öğrendik. Bunun hiç değilse yarısı gerçek anlamda gazetecilik kaygısıyla çıkıyorsa, halkın sorunlarını kamuoyuna aktarıyorsa bu yeterlidir. Geri kalanların belli bir amaçla çıkması, şantaj ve tehdit unsuru olmaları, karanlık işlerini gizleme amacı gütmeleri, gerçek gazetecilik yapanların da ümüğünün sıkılmasını gerektirmez. Gerektirse bu yaygın basında daha çirkin halde var. Bin 300 gazetede mecburi olarak istihdam edilen ve sigortası ödenen 6 basın mensubu var. Altıyla bin 300 gazeteyi çarpınca 7 bin 800 kişi eder. Buna bizim gibi hiçbir menfaat beklemeden yazı yazanları da eklerseniz bu sayı 15 bini bulur. Yine bundan etkilenen gazete sahipleri, aileleri ve yakınlarıyla doğrudan 20 bin kişinin etkileneceği bir alan… Ve tabii ki “doğru haber” alma hakkı bulunan milyonlar. Yerel basın çok zor şartlarda görev yapıyor. Halk “beğendiği” gazeteyi parayla almıyor, hem de 10 kuruşa… Okur, özellikle aradığı yazarın yazdığı gazeteye para verme gereği duymuyor. Reklam verenler sadaka verircesine sıkı pazarlıkla piyasayı düşürerek ve ücretini ödeyene kadar da insanı bıktırırcasına bir davranışın içine giriyor. Geriye kalansa ihale ilanlarından alınacak ücret. Çoğu maaş, sigorta, stopaj, KDV’ye gitmesine rağmen… Gerçek gazetecilik yapanlar, mesleğini tehdit ve şantaj aracı olarak kullanmayanların meslek sevdası, kenti sevmeleri, daha yaşanılır bir yer oluşturma gayretleri, duyarlı topluma doğru yeni adımlar atılma amacı her şeyi örter ve çok az bir kârla gazete çıkarmaya devam ederler. Bu aslında ayakta alkışlanacak bir durumdur. Hiçbir mesleğin bu kadar özverili olduğunu sanmıyorum. Gazeteler yazarlara ücret ödeyemez, ödese de bu çay parasını geçmez. Buna rağmen birçok düşman edinen, mahkemelerde sürünen, laf yiyen, fişlenen yazarlar doğru bildiklerini yazmaya devam eder. Hem de meslektaşlarının milyon dolarlık transferlerini görüp iç geçire geçire… Ve yerel basına ihale ilanı yasağı geliyormuş… Sıkıysa bunu ulusal basına yapın. Kaldı ki, yerel basında istisnalar hariç holding gazetesi yok, arkasında siyasi güç olan, oluk gibi paraların aktığı bir yer değil. Siz neredeyse tek gelir kaynağı olan ihale ilanlarını keserseniz bu gazetelerin kapanacağını da biliyorsunuz demektir. Göz ardı edilen bir başka yönse yerel gazetelerin çoğunluğunun vatanını, milletini seven sağduyulu insanlardan oluştuğu. Bu şekilde sesi kesilen yerel basın, sesi kesilen halkla eşdeğerdir. Bu tasarıda iyi niyet aramıyorum. Bunun altından hangi çapanoğlu çıkacak bilmiyorum ama halkın sesini kesmek ne ülkeye bir fayda sağlar, ne hükümete, ne devlete, ne de kurumlara… Mümtaz’er Türköne’nin söylediği bir söz vardı; “Sonuçta ne olur diye soruluyor, olacağı bir şey yok. Ne olacaksa halkın dediği olacak. Halk ne isterse o olur.” Ama bunun için de halkın basınına sahip çıkması gerekir.