Mısır’da demokratik seçimle işbaşına gelen yönetim, darbeyle görevden uzaklaştırıldı. Ancak bundan önce zaten meydanlar doluydu. Özellikle de “halkın meydanlarda olduğu” söyleniyordu.
Tahrir meydanını dolduran kalabalığın daha fazla özgürlük, daha demokratik bir ülke, daha çok demokrasi, daha çok insan hakları gibi “kazanılmış” haklarını istediklerini söylüyorlardı.
Tıpkı Taksim’e doluşanların “istediklerini iddia ettikleri” gibi…
“İddia ettikleri” dememin elbette özel nedeni var.
Zira Mısır’da ordu yönetime el koyduktan sonra meydanlar yine doluydu.
Bu defa iki meydana halk dolmuştu.
Bir kısmı Tahrir’de kalmaya devam etti; Bunlar çılgınca kutlama yapanlardı. Daha çok demokrasi ve özgürlük istiyorlardı ama darbeyi kutluyorlardı.
İkinci kesim ve daha kalabalık olansa Rabiatu’l Adeviyye Meydanındaydı; Onlar da demokrasi istiyordu. Ama darbeye karşı durarak, tanka, tüfeğe meydan okuyarak bunu yapıyorlardı. Arkalarında tank ve top alanlardan değildi onlar, tank ve top önlerindeydi ve kalkışma yapanlardı…
Tahrir’de darbecilerin postalı yalanarak demokrat olunuyordu.
Rabiatu’l Adeviyye Meydanında kefenini giyinerek, zulme başkaldırarak, zalimler lanetlenerek, demokrasi katillerine meydan okunarak…
Tahrir’de, sandıkta yenemedikleri Mursi’nin alaşağı edilmesinin mutluluğu yaşanıyordu.
Rabiatu’l Adeviyye Meydanında ise, demokrasinin sandıktan ibaret olmadığını bilen ama sandığın da demokrasinin olmazsa olmazı olduklarına inananların direnişi vardı.
Onlar oyu namus bilenlerdi, namuslarına sahip çıkıyorlardı.
Ülkelerinin postalla ezilmemesi, kazandıkları haklara el konulmaması, onur ve şereflerine leke gelmemesi için mücadele ediyorlardı.
İki meydanı dolduran da halktı elbet…
Birisi darbeden yana halk, birisi darbeye karşı halk…
İşte böylesine tezat bir yerde kimin kimi destekleyeceği çok önemliydi.
***
Darbe Mısır’da oldu ama yaşadığımız tecrübeler, ilişkilerimiz, tarihsel bağlarımız, inanç birlikteliğimiz, dostluğumuz, kardeşliğimiz.. hâsılı çok sayıda birlikteliğimiz nedeniyle gözler Mısır’a çevrildi.
Zaten orada bir insanlık dramı da yaşanıyordu.
Demokrasi askıya alınıyor, insanlara kurşun sıkılıyor, kalabalık bombalanıyordu.
Bir anda herkes kendi demokrasi ve insanlık anlayışıyla olaya yaklaştı.
Darbelerden çok çeken iktidar partisi, geçmişten aldığı tecrübelerle anında cevap verdi, demokrasiye sahip çıktı, darbeye karşı durdu.
Muhalefet partilerinde durum farklıydı.
MHP darbeye karşı durdu.
Ama CHP hem karşı durdu, hem destek verdi.
İkisi bir arada olmazdı elbet ama CHP’nin geninde darbe vardı, bütün darbeleri destekleyen, başbakan astıran, ülkeyi açık cezaevine döndürme hevesi ve bununla ilgili geçmişi vardı.
Bu nedenle CHP’nin darbeye karşı dururken darbeyi destekleyen açıklamalar yapmasına pek şaşıran olmadı.
Taksim’deki kalkışmadan siyasi rant elde edemeyen CHP, bu defa Mısır’daki darbeyle gözdağı vermeyi ihmal etmedi.
Hem darbeye karşı çıkıyor, demokrasiyi sahipleniyordu ama aynı zamanda AK Parti hükümetine gözdağı veriyor, “sonunuz böyle olur” diyordu.
Bu mesajın çok muhatabı vardı elbet…
Birincisi iktidara korku salmak…
İkincisi seçmene “oy vereceğiniz partiyi iyi belirleyin, darbeyle düşmeyecek bir zihniyete sahip olsun,” mesajı yollamak.
Üçüncüsü darbe heveslisi generallere, “yolunuz açık, işaretimizi bekleyin” mesajının yanında “darbe yaparsanız bu iyiliğimizi unutmayın” demektir.
Dördüncüsü ise dış dünyaya; “Aslında biz demokratız ama iktidardakiler halkın desteğiyle başımızda kalacak. Ancak darbe bunları düşürebilir” mesajını vererek, onların çıkarını en iyi koruyacak olanın kendileri olduğunu söylemektir.
Sadece muhalefet değil tabi…
Yazarlar, çizerler, sanatçılar, STK’lar da kendi anlayışlarıyla ya darbeye karşı çıkıyor ya destekliyorlardı.
Bir kesim daha vardı elbet…
Ne Mursi’yi destekliyorlardı, ne orduyu, yani darbeyi…
Peki kimi destekliyorlardı; halkı!
Ama “hangi halkı?” sorusuna muhatap olmamak için de kırk takla atmıyor, köşe bucak saklanıyorlardı.
Tahrir meydanındaki halkı mı destekliyorlardı, yoksa Rabiatu’l Adeviyye Meydanında canı pahasına direnen halkı mı?
Cevap veremiyorlarsa söyleyeyim; aslında siz, Tahrir meydanındaki halkı destekliyorsunuz. Size göre kendi düşüncenizde olmayanların iktidarında darbeye “ama” ekleyebilirsiniz. “Halksa, Tahrir’deki de halk” diye de kendinizi avutabilirsiniz.
Ama yemezler, sizin kanınızda darbecilik akıyor. Tıpkı Taksim’de yaptıklarınız gibi.
Halk olmak, katiline âşık olmak demek değildir.
Halk olmak, canı pahasına Rabiatu’l Adeviyye Meydanına çıkıp, tanka, topa ve bütün güç odaklarına meydan okuyabilmektir!
Tweetimden seçmeler
El Ezher Mezunu olmak, orada ders vermek, önemli bir itibar olarak kabul edilebilir ama asıl itibar, “Allah'tan başkasına kul olmamak”tır!