Türkiye’de uzun yıllardır darbe paranoyası var. Benzeri de Amerika’da. Kaderin garip cilvesine bakın ki, ABD’deki paranoyayla bizdeki ardışık rakamlar gibi bir biri ardına geliyor.
11 Eylül’ün yıl dönümünde ilginç hikâyeler de bir biri ardına kamuoyuyla paylaşılmaya başlandı. Tabii ki paranoyalar da…
Gazetelerde “küçük” bir yer işgal eden haber ilgi çekiciydi; “ABD’de tuvalet paranoyası” başlığıyla verilen haberde, “ABD’de 11 Eylül saldırılarının yıldönümünde güvenlik önlemleri üst düzeydeydi. Öyle ki, iki yolcu uçağında ‘tuvaletlerin uzun süre meşgul edilmesi’ üzerine, F16’lar seferber edildi” diyordu…
Bugüne kadar başka ülkelerdeki terör örgütlerine destek vermekle suçlanan, kimi zaman başka ülkelerin yönetimlerini belirleyen, demokrasi götürdüğünü iddia eden, bunun için “bahane” bulmakta zorlanmayan, her gittiği yere acı veren Amerika, 11 Eylül’de benzer acıyı yaşadı…
Bazen darbelere destek verdiği söylendi. Hatta ülkemizde 12 Eylül 1980’de yapılan darbenin ilk saatlerinde “bizim çocuklar yönetime el koymuş” dedikleri bile iddia edildi…
Dünyanın jandarmalığına soyunduğu, süper güç olduğu, herkesi, her kesimi dinlediği, hatta evimizde yemek yediğimiz sofrada kaşık ve çatalın sesini bile duyabildiği iddia edilerek, koca bir dünyayı korkutmaya çalıştı.
Dünyanın her yerinde olan olayların Amerika’nın tezgâhı olduğu, daha önce bir şekilde gündeme geldiği de hep sonraları yayıldı…
Büyük Ortadoğu Projesiyle bölgeye yön verdiği, liderleri belirlediği, Ortadoğu’daki birçok liderin eşinin yabancı olmasının da planın bir parçası olduğu iddia edildi.
Bütün bunları çocukluğumdan beri dinlerim ama pek de hesaba almam…
Ben alamam ama bunu paranoya haline getirenler var…
Şimdi aynı paranoyayı ABD yaşıyor…
Ülkesini ziyaret edenlerin “tuvalette kalma süresini” bile hesap edecek kadar korku dolular…
Konulacak bir bombanın, orayı havaya uçuracağını, ikiz kulelere yapılan saldırı benzeri bir şeylerin olacağını sanıyorlar…
Daha düne kadar 11 Eylül saldırıları nedeniyle Müslümanları suçlayanlar, yaptıkları hatanın farkına varmış olsa da, genel bir paranoya halen devam ediyor…
İnsanların rengine bakıyorlar, tipini süzüyorlar, bıyığını, sakalını, giyimini, kuşamını, gözünün rengini bile dikkate alıyorlar…
Kadınların kıyafetine, başörtüsüne ve yöreye göre giyim tarzına bakıyorlar…
ABD’yi her ziyaret edenin “potansiyel terörist” olabileceği endişesi, onları hastalık derecesine getirmiş…
Tıpkı ülkemiz insanları gibi…
***
Uzun yıllar boyunca her on yılda bir askerin “ince ayar” verdiğine inananların sayısı azımsanmayacak kadar fazlaydı.
Hükümetin başında kim olursa olsun, cumhurbaşkanlığı köşkünde kim oturursa otursun, meclise seçip gönderdiklerimizin adı, sanı, memleketi ne olursa olsun, ilk sözün de, son sözün de askerler tarafından söylendiğine inanılırdı…
Bunun için her ay yapılan mutat toplantılarda, hükümet üyelerinin yediği fırçalar dilden dile dolaşırdı…
Evimiz gözetim altına alınırdı, telefonlarımız dinlenir, e-maillerimiz kontrol edilirdi. Neyi takip ettiğimiz, neye merak sardığımız, kimi gözetlediğimiz, kimi sevip, kimi sevmediğimiz bile bilinirdi…
Zaten “fişleme” denen bir şey vardı ve ne olduğumuz, ne olmadığımız veya ne olamadığımız da kayıt altındaydı…
Böylesine korkuyla dolu bir milleti yönetmek çok kolaydı…
“Hösttt” dediğin anda, bütün korkularının gerçeğe dönüştüğü anın geldiğini anlayabilirdi…
Nitekim 1960 ve 1980’de bu denendi, başarılı olundu. 28 Şubat’ta da aynısını denemeye kalktılar, yarı yarıya denecek bir başarı elde edildi. O zaman paranoya doğruydu. İnsanların korku içinde yaşaması, verilen korkunun eseriydi…
Sonra farklı şeyler oldu…
27 Nisan’da bu plan ters tepti…
Korkuları yenmenin en önemli yolunun, korkuların üzerine gitmek olduğu görüldü.
Bunun yolunun da demokratikleşme, sivilleşme ve daha fazla özgürlük olduğu anlaşıldı…
Ayrık otlar temizlenmeli, herkes yasadaki görevini yapmalıydı. İşte o zaman korku bulutları dağılacak, ülke çok daha yaşanılabilir hale gelecekti…
Ufukta umut var…
Biz paranoyamızla yüzleştik ve onu yeniyoruz…
Üstelik de biz hiçbir ülkeye kan ve gözyaşı ithal etmedik, acıyı satın almadık…
Sıra ABD’de…
Onlar, kendi paranoyalarını yenmek için, başka ülkelere saldıkları korkuları bitirmeleri gerek…
Yoksa da, değil tuvalet, ufak bir çişin bile süresini hesaplayacak kadar ruh sağlıklarını bozabilirler…