Eski Türk filmlerinin değişmez bir sahnesi vardı; varoş semtinde büyümüş, güç yetmez bir servetin sahibi olmuş filmin kahramanı, neredeyse 50 yıl sonra doğduğu semti ziyaret eder…
Eşiyle, çocuğuyla, belki de torunlarıyla geldiği varoş semtte, doğduğu ev, az önce bıraktığı gibidir…
Birden hatıraları canlanır, beraberinde gelenler de aynı duyguyu tadar…
Oysa gerçek hayat böyle değildir…
Bırakın 50-60 yılı, birkaç yıl sonra semtinizin çok farklı bir kimliğe büründüğünü görme durumunda kalabilirsiniz. Hele bu “para eden” bir varoş semtiyse…
Yıkıldı yıkılacak halde duran doğduğunuz evin yerini dev binaların alması kaçınılmazdır. Top koşturduğunuz yerler, çocukluk hayallerinizi süsleyen bütün güzellikler yok olup gitmiştir…
Artık “bizim ev buradaydı” demek kalır size…
***
İnsanın doğduğu yeri bilmesi, hele uzun bir hasretlik çekmişse de, oraları ziyaret etmesi gibisi yoktur…
Ya insanlığın başladığı nokta…
Hazreti Âdem peygamber ile Havva anamızın yasak meyveyi yediği için dünyaya gönderildiği zaman yaşananlar…
Orası neresi?
Cenneti bırakıp, dünyanın başlangıcına önayak oldukları mekân nerede?
Koca dünyada bir başlarına kaldıklarında ne hissettiler?
Milyonlarca yıl önce yaşanan bu önemli olay sonrasında insanlık dünyada yaşama şansı buldu…
Hepimizin atası, bu çifttir…
Hazreti Âdem ve Havva’nın çocukları tüm dünyaya dağıldı…
Akrabalık bağı, kimlik, inanç, kültür, dil, şive.. bütün bunlar bizi ayrıştırıyor gibi görünse de, aynı kaynaktan beslenmiş, aynı yerden gelmişiz…
(Bazıları soyunun hayvandan geldiğini ispat için uğraşsın dursun, önemli değil. Biz hayvandan gelmedik, hayvan değiliz…)