Olağanüstü dönemlerde, olağandışı işlemlerin olması kaçınılmazdır ama önemli olan, bunu kontrol altına alacak donanıma sahip olmaktır. Bunun çok örnekleri var. Mesela darbe dönemleri…
Aklıma gelen, yaşım itibariyle 12 Eylül’dür…
Askerin antidemokratik bir şekilde yönetime geçmesinden sonra “cadı avı” başlamıştı.
Her ile her ilçeye ve hatta her köye atanan askerler, o yörenin en pis, en ispiyoncu, en şerefsiz, en adi adamını bulmakta gecikmezlerdi.
Ve bu adam, bütün kinini, bütün nefretini ve bütün gıcığını sonuna kadar kullanmaktan çekinmezdi.
Ahmet sağcıydı, tutuklarlardı…
Mehmet solcuydu, tutuklarlardı…
Düne kadar sağcı ve solcu olmak suç değildi; suça bulaşmış olmak, her dönemde suçtu.
Ama olağanüstü dönemlerde, o güne dek serbest olan kitaplar bile “yasaklıydı” ve bulundurulması vatana ihanetle eşdeğerdi.
O zaman Hasan da yasaklı kitap vardı, Hüseyin de yasadışı yayın…
Abuzer’in askeri yönetime karşı kötü düşünceler beslediğini duyan olmuştu. Kenan Evren’e sağda solda laf eden vardı…
Ve böylece hiç suçu olmayan insanlar tutuklandı.
Olmayan suçunu itiraf etmesi için de günlerce, aylarca işkence yapıldı.
Onuru kırıldı, şerefiyle oynandı.
Hatta gözü önünde ailesine, yakınlarına yapılmayacak en aşağılık muameleler yapıldı…
O gün atlatıldı elbet ve asıl şeref yoksunlarının darbe yapanlar ve onların ispiyoncuları olduğu çok daha net anlaşıldı.
***
Sonra terör dönemi geldi…
Darbenin doğurduğu terördü bu…
İşkence edilen, gözü önünde yakınlarına iğrenç muamele yapılanlardı…
Kullanılanlar da vardı elbet, maşalar da…
Bu defa farklı bir ispiyon ve öç alma başladı.
“Terörist” diye ihbar edilen masum vatandaşlar vardı.
Kan davasını veya kişisel hesabını bir köşede görüp, “PKK yaptı” diye senaryo hazırlayanlar vardı.
***
28 Şubat döneminde ise her şey irticanın başının altından çıkıyordu.
Kendi halinde, evinden işine giden, beş vakit namazını kılan veya sadece kendisini “muhafazakâr” tanımlayan herkese kan kusturuldu.
Kamudaki mescitler ihbar edildi.
Eşinin başörtülü olduğu, evinde Kur’an-ı Kerim bulunduğu, dini yayınlara ilgi duyduğu, hatta “açık saçık film izlemediği, içki içmediği” bile ispiyonlandı.
Ve insanlar işinden oldu haksız yere…
Sürüldü çoğu, çok kötü işlerde çalışıp, rızkını temin etmek zorunda kaldı. El açtı namerde…
***
Ve 17 Aralık…
Devleti sahiplenmeye çalışan, sızdıkları kurumda çok daha fazla yetki alıp, bunu kendi lehlerine döndürme gayretinde olan bir paralel yapı söz konusuydu.
Emniyetten askeriyeye, MİT’ten yargıya ve kamunun çok önemli yerlerindeydi bu insanlar. Çoğu içimizden çıkmaydı, bize benzerlerdi, bizlerin referansıyla bir yerlere gelmişlerdi.
Ama usulsüz dinleme yapmış, yetkisini kötüye kullanmış, insanlara iftira atarak suçlama yapmıştı.
30 Mart’tan sonra paralel yapıya yönelik bir “temizlik” harekâtının olacağı belliydi.
Ama sorun, kurunun yanında yaşın da yanıp yanmayacağıydı.
Ve yanmaya başladı…
Özellikle “birilerinin referansıyla” gelenler, “birilerinin adamı” sayılarak ayıklanmaya başladı.
Hayatında hiç cemaate gitmemişti, AK Partiliydi, hatta oğluna “Recep Tayyip” adını kuracak kadar da sevdalıydı.
“Paralelci” diye ayıklananlar arasında yer aldı.
Halbuki paralelci, hükümete veya devlete alternatif olandır.
Yani tabanda değil, tavanda görülmesi gereken bir hesap vardır.
Sırf Allah rızasını kazanmak için cemaate giden, dini bilgisini arttırmak için sohbetlere katılan ve haftada bir farklı bir aktivite yapan insanları “paralelci” diye yaftalamak, hiçbir vicdana sığmaz.
Tıpkı diğer olağanüstü dönemde olduğu gibi, bu dönemde de “ispiyoncular” görev başına geçti.
Şu vali, şu kaymakam parelelciydi, şu müdür paralelci, şu amir paralelci…
Bir zulmü önleyeyim derken, yeni acılar doğurmanın hiç âlemi yok.
Kiminle mücadele edileceği belli…
Yasadışı dinleme yapan, yasal olmayan tutuklamaları yapan, para kaynağında “hile“ bulunan veya “vergi kaçıran” işletmeler…
İstihbarata, aldığı görevi yapmayıp, yetkisini devlete ve millete karşı kullanan.
Daha doğrusu “darbe” yapmaya veya devleti ele geçirmeye çabalayanlar…
Ama bunun dışındaki ekmek parası için sabahtan akşama kadar mücadele eden, onuruyla, şerefiyle hizmet eden ve Allah rızası için dinini, diyanetini öğrenen insanları da “suçlu” görüp, “paralelci” diye mağdur ederseniz, sizin darbecilerden ve onların iğrenç ispiyoncularından bir farkınız kalmaz…
Ve yirmi-otuz yıl sonra biz veya bizden sonra gelecekler, “Paralelci Mağdurlarına iade-i itibarın” peşine düştüklerini görebilirsiniz…
Tweetimden Seçmeler
Pınardan su da akar, zehir de akar. Su akarsa insanlara şifa olur ama zehir akarsa, o PINAR’ı hiç bir KÜR temizleyemez!