Özellikle bize yapılan tüm olaylarda tek yürek halinde tepki gösterdiğimiz uzun yıllardır biliniyor. Buna rağmen de “çokseslilik” olsun diye arada farklı düşünenler, “cazırtı” yapanlar veya “düşman bellediklerimizin ağzıyla” konuşanlar da yok değil. Biz bize benzeriz aslında ama nedense bunu ikrar edenlere de tepki gösteririz.
1915 olaylarını kim dillendirirse haindir.
Birisi bize “öz kardeşini boğduran padişah sizde değil mi?” dese kıyamet koparırız…
Ya da ne bileyim, “Dersim’de kendi insanınızı yakmadınız mı, katletmediniz mi” diye soru yöneltse “atalarımızı savunmak için” bütün gücümüzle ileriye atılırız.
“Siz kendi başbakanınızı asmadınız mı, kendi insanınıza tankları doğrultup, silah sıkmadınız mı, kendi insanınıza her türlü adice işkence yapmadınız mı?” deseler de milliyetçilik duygularımız kabarır ve zalimleri savunmaya geçeriz…
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün olduğu gibi bu örneklerin aksine çok güzel hasletlerimizi de bir çırpıda sıralayabiliriz…
Aslında bu iki örneği bir çırpıda sıralayabilmek, bizim büyük millet olmamızı, insani yönümüzü, inancımızı, itikadımızı ve farklılıklara bakışımızı değiştirmez.
Aksine, “geçmişimizi hatalarıyla sevaplarıyla sorgulama” becerimizin olduğunu gösterir.
Ama biz, iyilikleri alıp, kötülükleri de savunmayı çok severiz...
Bize göre, atalarımız asla hata yapmamıştır, hatta bizim ülkemiz hiç hata yapmaz…
***
İsrail’in son hain saldırısı bütün bunları bir kez daha hatırlattı.
Tarihten gelen “Yahudi düşmanlığı”nın yanında, “İsrailli yöneticilere öfke” kusanlar da vardı, toptan “lanetli” olduklarına inanlarda…
Yani bir şekilde “dini” yönden de tepki gösterenler vardı, “insani” yönden de. Bir de tabii ki “ırkçı” söylemlerle karşı çıkanlar…
İnsani yönden tepki gösterenlerin, doğal olarak her dinden, her kültürden olması doğaldı. Hatta bazıları ırkçılığa varan söylemleri, o kadar aşırıydı ki, “Ha İsrail ırkçısı, ha bizimkiler” demekten kendinizi alamıyordunuz. Zaten İsrailli fanatiklerin söylemleriyle bizdeki bazı siyasi ve basının söyleminin aynı olması da bundandı. Onlar kendi ırkçılığını yapıyordu, bizimkilerse yüklendikleri misyonu yerine getiriyordu…
Bütün bunlar tamam ama tepki gösteren herkesin bizim gibi düşünmesi gerekir mi?
Olayın sıcaklığıyla duygusal yanımızın ağır basmasından sonra aklıselimle değerlendirme yapmayı kaçımız becerebiliyoruz?
“Ya olmasaydı, şu şekilde olsaydı, böyle de olabilir miydi” gibi ayrımlar yapıp, değerlendirme şansı yakalayabiliyor muyuz?
Sanmıyorum…
İsrail ağzıyla konuşan bir kenara bırakırsak, herkesin, aynı olayda, tıpkısının aynısı bir görüş sergilemesi beklenmemeli.
Olayın başından itibaren konuyla ilgili Fetullah Gülen’in ne diyeceği merak ediliyor, suskunluğu ise doğrusu yadırganıyordu.
Tam da bu sırada Fethullah Gülen’in ABD’nin önde gelen gazetelerinden Wall Street Journal’a verdiği söyleşide, İHH’nin organizasyonuyla Gazze’ye giden filoya ufacık bir eleştiri getirmesi kimilerine göre “şok etkisi” yaratacak cinstendi…
Gülen, söyleşide, olayla ilgili izlediği haberler hakkında, “Gördüğüm şeyler hiç de hoş değildi. Çok çirkin şeylerdi” dedi ve devam etti: “Organizatörlerin Gazze’ye yardım götürmeden önce İsrail’le uzlaşma yolunu seçmemeleri, faydalı sonuçlar doğurmayacak şekilde otoriteye baş kaldırmaktır.”
Özellikle “otoriteye baş kaldırma” kısmı kabul edilecek bir kelam değildi…
İlk tepki İHH’dan geldi. Başkan Bülent Yıldırım, her türlü girişimi yaptıklarını, ancak İsrail’in savsakladığını söyledi.
Fetullah Hoca konuşunca AK Parti’de de farklı şekilde algılandı. Kimisi “her zamanki gibi doğru söyledi” derken, kimisi de “İsrail’in ekmeğine yağ sürdüğünü” belirtti.
Cemaatlerde ikiye bölündü. Destekleyenler de vardı, karşı çıkanlar da, hatta sevinenler de…
Oysa Fetullah Hocanın sözlerinde eleştirilecek bir yön yoktu. En azından o kendi görüşünü söylemiş, 600’e yakın insan ile büyük rakamlar tutan yardım malzemesinin riske edilme yerine, diplomatik her adım atılarak gidilmesini salık vermişti.
Bazı cemaatlerle konuştum, eleştirinin en büyüğü “otoriteye başkaldırı” sözüneydi…
Ne demekti bu, İsrail otorite değildi ve işgalciydi. O zaman niye onlara danışılacakmış, neden izin alınacakmış…
Fetullah Hoca’nın sözlerinde “İsrail’in haklılığı, bugüne kadar ki zulmünü onaylama” gibi bir şey yok. Şiddeti şiddetle çözme, suça suçla karşılık verme veya yapılan zulmü katmerleştirme şansı vermeme adına tedbirli davranmayı tavsiye etmekten başka bir şey değildi.
Yani Fetullah Hoca, ne haindir, ne de İsrail ağzıyla konuşmuştur. O olayın üzerinden birkaç gün geçince “aklıselimle sorgulama” yapmıştır.
Ne yani, bu tür bir olayda sorgulama yapıp, “acaba hata yaptık mı” demek de mi suç oldu?
Bırakın da farklı düşünenler olduğu gibi, sonraki adımlarda da “eksi-artı” gibi değerlendirmeleri daha sağlıklı yapalım ve haklılığımızı her daim tüm dünyaya ilan edebilelim.
Yoksa inanıyorum ki, “İsrail’e haddini bildirelim” diye çağrı yapılsa, 72 milyonluk ülkede 30 milyonu cepheye koşar…
Ama çözüm barışla oluyorsa, herkese onların zalimliğini kabul ettirebiliyorsak, haklılığımızı ispata yönelik tüm girişimleri de yapıyorsak, o zaman daha iyi değil mi?
İnsanımızı öldürmeyi çok mu seviyoruz yoksa…
***
Özbek hasta mı?
Tanıyanınız var mı bilmem, Osman Özbek’i bugüne kadar hiç hesaba almadım, dikkate değer bile bulmadım, önemsemiyordum/önemsemem de. Özbek, Eskişehir’de İHH’yi “Türkiye’nin başını belaya sokmakla”, genelkurmay ve hükümeti de “engellememekle” suçluyor.
Benim için zaten önemi olmayan birisi, ne dediği, ne zırvaladığına bugüne kadar bakmadım, şimdi de bakmam ama Fetullah Hoca’ya kızanlar, muhtemelen de düşünme yetisine hiç sahip olmayan bu adama ne derler acaba?