Zaman zaman köşe yazarlığıyla ilgili sorulara muhatap olurum. Nasıl yazılır, konu nasıl bulunur, kolay mı, zor mu.. gibi çok değişik yüzlerce soru. Tek cevapla anlatmaya çalışırım;
Köşe yazarlığı, pratisyen hekimliğe benzer diye…
Gazetede yazarlık yapanlara nedense
köşe yazarı deniyor. Belki de bir köşe işgal ettiğinden olmalı.
Eskiden
muharrir denilirdi ve
fıkra yazarı olduğu da söylenirdi.
Bazıları
makale yazarı derdi ama makale yazarlığı, güncel konuların dışında bir şeydi.
Makale, daha çok belli bir konuyla ilgili araştırmaya dönük, kapsamlı yazılardı.
Köşe yazarlığı ise daha çok güncel konuları yorumlamaktı.
Ancak sorun, alanında uzman köşe yazarlığı yoktu. Eskiden istisna spor yazarlığıydı, şimdi o da köşe yazarlığının içine girdi, harmanlandı, karıştırıldı durdu.
Belki de bu nedenle köşe yazarlığını pratisyen hekimliğe benzetiyorum.
Küçük bir kasaba veya köyde pratisyen hekim olarak görev yapan bir doktor, orada yaşayanların her derdinde derman olmak zorunda kalır, öyle hisseder ve öyle de olur.
Yaşlı bir teyze gelir, böğründe bir ağrı vardır. İmkânları kısıtlı hastane veya sağlık merkezinde, hiçbir tahlil ve tetkik olmadan yaşlı teyzenin derdinde derman olmak, pratisyen hekimin görevidir.
Hekim, bu işin böyle olmayacağını bilse de, yapacak başka bir şey yoktur ya bir üst merkeze gidip, yaşlı teyzenin bir uzmana görünmesini isteyecek ya da pratik çözüm üretecektir, üretebildiği ölçüde…
Muayenehanesine kim gelirse gelsin, hangi dertten muzdarip olursa olsun, pratisyen hekimin bir çözümü olmalı elbet.
Bu çok özverili bir çalışma olsa da, çok komiktir de…
Hatta bazı dizilerde aynı doktorun, her hastalıkta karşımıza çıktığını görür, şaşırırız. Bu gerçektir. Yıllarca pratisyen hekimlerimiz, yurdun dört bir yanında, her derde deva olmak zorunda kaldı, zorunda bırakıldı.
Köşe yazarlığı da, her derde deva olmak zorunda kalan, zorunda bırakılan pratisyen hekimler gibidir.
Elbette bir farkla ki, pratisyen hekimin ettiği bir yemin var, köşe yazarının yok. Basın meslek ilkeleri gibi hikâye konuları geçiniz efendim geçiniz. O sadece yargı söz konusu olduğunda gündeme gelen ama kimsenin uymayı düşünmediği ilkelerdir.
Gelelim kaç çeşit köşe yazarı olduğuna…
Köşe yazarlığını dörde ayırıyorum.
Birincisi; her gün köşesine aldığı konuları kendi görüşünde, kendi penceresinden ve kendi birikiminden yorumlayanlardır.
İkincisi; her olayın nasıl algılanması gerektiğini vatandaşa aşılamakla görevli yazar kılığına girmiş görevlilerdir.
Üçüncüsü; Kendisine verilen metni veya konuyu kendi imzasıyla yayınlayacak kadar değişik bir karaktere sahip olanlar.
Ve dördüncüsü; Kendisi yazamadığı için sağdan solda yazı çalan, paragraf araklayan, cümle aşıran ve kendini “
bir bilen” gösteren çok değişik insanlardır. Bu daha çok yerelde olur; kişilik bozukluğu veya yer kapma telaşında olan, kendini kabul ettirmek için uğraş verenler diyebiliriz. Bunlara yaygın basında rastlanmaz.
Elbette konumuz birincisi, diğer üçünün yazar olmadığı, olmayacağı malumdur.
Birinci kategoriye giren, o yerde yaşayan herkes gibi olaylara kendi birikimiyle, kendi penceresinden bakarak yorumlayanlar gibidir.
Doğal olarak birinci kategoriye giren yazar, pratisyen hekim gibidir; her konuda az da olsa bir bilgi sahibidir.
Belki kahve köşesinde hükümet kurup, hükümet yıkan amcalardır, köşe yazarı…
Ama ne olursa olsun, sanatta, siyasette, sporda, hayatın her alanında, herkesin söyleyecek az da olsa bir şeyi varsa, köşe yazarının da vardır.
Ancak bir köşe yazarı eline tutuşturulanı yazan değildir.
Birilerini memnun etme, birilerini de sinir etme gibi bir görevi de yoktur, köşe yazarının.
Ama kimin memnun olacağı, kimin sinir olacağı da gündeminde değildir.
Eline tutuşturulanı yazan, milletin algısıyla oynayarak, her olayın, birilerinin çıkarına göre algılanması, birilerinin yanlış anlaşılmasını sağlayanların da yazar olduğunu düşünmüyorum. Onlar da görevlerini yapan değişik insanlardır.
Kocaman kocaman gazetelerde yazanların çoğunun ikinci ve üçüncü kategoriye girmesi, yazarlık açısından üzücü bir durum…
Hiç ayrım yapmadan söylüyorum, sağdan soldan, ileriden, geriden bütün yazarlar veya yazar diye geçinenler, bir olayı, birilerinin isteğine göre ayarlamakla görevli hainlerdir, yazar değil.
Adına ne derseniz deyin, yandaş deyin, candaş deyin, satılık kalem deyin.. hepsi de bir olayı olduğu gibi yansıtıp, arka planını açıklamak yerine, bir olayın nasıl algılanması gerekiyorsa öyle anlatmak, aşılamak için kendilerine verilen maaşın hakkını verenler olarak görüyorum, asla yazar olarak görmüyorum.
Birinci kategoriye giren yazarlar ise daha çok kendisine yazacak “
büyük gazete” bulamayanlardır. Onlar da aslında henüz “
denenmemiş” olduklarından, şimdilik en iyi yazar kategorisinde gözükmeseler de, öyledirler…
Tweetimden seçmeler
Kiminle yola çıkılmayacağını, hep yolun sonunda öğreniriz.
www.naifkarabatak.net