Bazı mesleklerde insanlık önce mi gelir, sonra mı gelir diye hep tartışılır. Hiç de yeni olmayan bu tartışmaya konu olan mesleklerden birisi de gazetecilik, yazarlık ve tümden basın-yayınla uğraşanlardır. Sahi gazeteci ağlar mı, ağlarsa ne zaman ağlar?
Ermenistan’ın eskiden beri Azerbaycan’a yönelik niyeti pek de iyi değildi. Mutat olan tacizlerinden birini daha yaptı ama bu defaki daha acımasız, daha kapsamlıydı.
Amerika’da bulunan Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’a, Azerbaycanlı gazeteci
Ganire Ataşova, Ermenistan’ın saldırılarını sordu.
Ama sorusunu gözyaşları içinde sorabildi.
Çünkü kendi ülkesinde kan akıyordu.
Analar ağlıyordu.
Evlatlar yetim kalıyordu.
Ve insanlar ölüyordu.
Aynı zamanda bir anne de olan
Ganire Ataşova, muhtemelen bu soruyu sorarken aklına kendi çocuğu geldi. Ülkesinde gözyaşı döken hemcinsleri geldi ve yetim kalan, boynu bükülen evlatlar geldi.
Gözyaşına hâkim olamadı ve soruyu o şekilde sordu.
Oysa bazılarına göre gazeteci, önce gazetecidir, sonra gazetecidir, her zaman gazetecidir.
Bazılarına göre ise hangi mesleği yaparsan yap, önce insan olduğu bilinmeli, hatırlanmalı ve ona göre davranmalıydı.
Söz gelimi çölün ortasında susuzluktan ölmek üzere olan bir çocuğa su verecek haldeyken, bunu vermeyip, ölümünü resimlemek, görüntüsünü çekmek gazetecilik mi sayılmalı?
Elini uzatsa kurtaracağı bir can varken, elini deklanşörden ayırmadan üst üste basmayı meslek aşkı veya ahlakı sananların, insanlıkla ilgili bir sorunu olup olmadıklarına baktırmaları gerekir.
Elbette her meslek önemlidir ve önce işini yapmak gerekir.
Söz gelimi bir doktor, hangi dinden, hangi mezhepten, hangi ırktan olursa olsun, kendisine gelen hastası da kim olursa olsun, hatta düşmanı da olsa tedavi etmesi esastır.
Çünkü o doktorun esas işi insanlara şifa sunmaktır.
Bu zaten insanlığın gereğidir.
Ama gazetecilik, biraz daha farklı…
İşi, insanlara haber vermek olan gazeteciler, bazen hayat kurtarır, bazen de hayat karartır.
Bu, haberin içeriğine göre değişir.
Bir kişinin hayatını kurtarırken gazetecilik ödülü almayabilir ama insanlıkla ödüllendirilmiş olur. Haberi öne alırsa gazetecilik ödülünü de garantileyebilir.
Tercih, tamamen insanlıkla alakalı; bütün mesleklerde bu böyledir.
Ancak, Azerbaycanlı gazeteci, ülkesinde olanları, ülkesine en yakın bir dost lidere sorarken, gözyaşlarına hâkim olamıyordu…
Ama bizdekiler çok daha farklıydı.
Kendi ülkesini terörist göstermek için başka ülkelerin ajanlığını yapıyordu mesela.
Caniliği kanıtlanmış diktatörlere saygılarını sunan, bağlılıklarını yineleyenler vardı.
Anaları ağlatan teröristleri savunan gazeteciler vardı mesela, daha çok gözyaşı dökülsün diye…
Yetim kalan çocuk sayısı artısın isteyenler vardı.
Her canlı bombanın patladığında ölen onlarca insan umurlarında olmuyor, arkalarında bıraktıkları acıları duymuyorlardı. Tek duydukları hükümet ne kadar zora girdiydi…
Gazeteci, elbette önce mesleğini yapmalı.
Ama bu mesleği, insanlığını unutmadan yapmalı.
İki arada, bir derede kaldığında, tercihi insanlık olmalı, kendi ülkesi, kendi milleti, kendi mazlumu olmalı, tüm zalimliklere karşı.
Gazeteci, kendi ülkesini satan, milletini pazarlayan, kan üzerinden siyaset yapanlara malzeme olan değildi.
Gazeteci, gücün yanında olan, güçsüz ve mazlum insanların katledilmesini seyreden de olmamalıydı.
Gazeteci, herkes gibi olmalıydı önce ve yapacağı haber, iyi insanlara bir fayda getirmeliydi.
Gazeteci, suçlunun yanında, kötülerin safında, iğrençliğin arasında olmamalı. Olursa sadece onların sözcülüğünü yapan olur, gazeteci olamaz.
Ganire Ataşova, sorusunu Azerbaycan konusunda hassas bir ülkenin, hassas cumhurbaşkanına soru yöneltiyordu.
Akan kanı durduracak konumda olan birisine.
Ve bir çare arıyordu, yaşanan acılara…
Her insan gibi ama mesleğinin getirdiği imkânları da kullanarak…
Mesleğinin imkânını, kendi ülkesine ihanet etmek için veya şahsi menfaatlerine alet etmek için kullanmıyordu, kendi milletinin huzuru ve refahı için kullanıyordu.
Boşuna sormayacağım, bizdeki aşağılık hain gazetecilere örnek olur mu diye…
Sormayacağım, çünkü onlar ne gazetecilik yapıyor ne de insanlıkla ilgileri var…