srail’in ve İsrail’in işlediği tüm suçlara destek veren ABD yönetiminin birlikte işledikleri savaş suçlarını ortadan kaldırmak için “büyük savaş” projesini hayata geçirebileceklerini akılda tutmak lazım. Şam, İsfahan, Irak saldırıları ve buna karşı verilen tepkiler, bahsettiğimiz “büyük savaş” projesinin göstergelerinden biri.
“Bir şarlatana üzerinizde kullanabileceği gücü verdiğinizde, onu asla geri alamazsınız.”
Carl Sagan
İsrail’in, ABD yönetiminin siyasal, ekonomik, askeri desteğiyle ve Batılıların siyasal sahiplenmeleriyle yürüttüğü Gazze’nin işgali ve Filistinlilere yönelik soykırım süreci, tüm dünya halklarının ve ülkelerinin birçok konuyu gözden geçirmelerini zorunlu kılıyor. Dünya halkları ve ülkeler, insanlığın gözü önünde cereyan eden soykırım ve işgale karşı uluslararası kurumların hiçbir şey yapamamalarına karşı çıkış yolu bulmalı. Bu, insanlığın güvenliği için bir zorunluluk halini aldı. Ortadoğu halkları ve devletleri ise çok daha büyük sorumluluk içindeler. Çünkü bu bölge Batılılar tarafından, yıllardır çatışmalar için ‘test’ alanı olarak konumlandırılmış ve bu özelliği düzenli olarak aktifleştiriliyor.
Öyle bir coğrafya ki, dünyanın biriktirdiği siyasal enerjiyi ‘deşarj’ etmek için Ortadoğu kullanılıyor. Yakın tarihimiz buna ilişkin örneklerle dolu. 2003 ve 2011 yıllarında Irak’ın işgal edilmesi, Irak işgali üzerinden bölgeyi dizayn etmek için yol verilen DAİŞ örgütünün kurulması, kurulan örgüte dünya genelinden 50 bine aşkın kişinin transfer edilmesi, Suriye üzerinden PKK’ya ‘meşruiyet’ kazandırılmaya çalışılması, kimi örgütlerin taşeron olarak görevlendirilmesi, desteklenmeleri, silahlandırılmaları, Yemen’de savaşın devam etmesine ilişkin pozisyon alınması, bölgedeki birçok ülkenin Şii milisler için egemenlik alanı kılınması gibi bir çok test sürecinden bahsetmek mümkün.
Soykırımı ve Gazze’nin İşgalini Destekleyen Batı
Öncelikle bir konuya açıklık getirmekte yarar var. İsrail’in uzun yıllardır sürdürdüğü işgale, katliamlara karşı Hamas’ın giriştiği saldırı sonrası ortaya çıkan tablo ve siyasal konumlanma hızı dikkate alındığında, Gazze’nin işgali ve Filistinlilere yönelik soykırım politikalarına önceden hazırlıklı olduğu kanaati güçleniyor. Bunu netleştirmek için kullanılan söyleme, gerekçelendirmelere, İsrail’e yapılan ziyaretlere ve Ukrayna’da yapılanlara karşı çıkılırken Gazze’de yapılanların desteklenmesine, hatta meşrulaştırılmasına bakmak yeterli olacaktır.
ABD ve Kanada’nın yanı sıra AB ve AB üyesi ülkelerin tümüne yakını İsrail’i ziyaret etti. Bu ülkelerin liderlerinin tümü; “Biz İsrail’in dostuyuz, arkadaşlarımız saldırıya uğradığında onların yanında olduğumuzu göstermek için geldik, İsrail’in kendini savunma hakkı var ve biz bu hakkı destekliyoruz” açıklamasını yaptı. Ukrayna’da sivillere, okullara, hastanelere ve altyapı tesislerine yönelik saldırılar “savaş suçu” olarak değerlendirilirken, Gazze’de yapılan benzer saldırılara ve terör faaliyetlerine destek verilmesini unutmamak gerekir. Kendi ülkelerindeki halkın vicdan merkezli çıkışlarını engellemek/baskılamak için sergiledikleri tutumu, asgari demokratik teamülleri ve ilkeleri askıya almalarını da not etmek gerekir.
Batı’nın içine girdiği durumun diğer bir sonucu ise İsrail’in ABD desteğiyle Avrupa başkentlerinde sürdürdüğü siyasi ablukanın varlığını da teyit etmektedir. Gerek kamuoyu araştırmaları gerekse de aylardır devam etmekte olan geniş kitlesel protestolar, iki konuyu net bir biçimde ortaya koymaktadır. İlki, İsrail’in Avrupa başkentlerinde siyasi elitler üzerinde kurmuş olduğu vesayet ilişkisinin ne denli derin olduğu, ikincisi ise bu vesayetin halklarda oluşturduğu basıncın toplumsal sınırları zorladığı gerçeğidir.
ABD yönetiminin siyasal desteğin ötesinde, işgale ve soykırıma askeri destek vermesi, uçak gemilerini Akdeniz’e göndermesi ve ekonomik destek sağlaması gibi konular savaşın aktif/fiili parçası olduğunun göstergeleri. Sorunun derinleşmesini sağlayan ise BM Güvenlik Konseyi’nde ABD yönetiminin ve diğer Batılı ülkelerin sergiledikleri tutumlar; BM’yi ve BM etrafında oluşturulmuş uluslararası kurumları anlamsızlaştıran yaklaşımlarıdır.
Daha sorunlu olan ise kimi Batılı siyasetçilerin sıklıkla kullandıkları, “İsrail’in yanında durmak İncil’in bize verdiği bir emirdir” türü ifadeler. Hatta Alman siyasi elitlerinin daha da ileri giderek “İsrail’in ‘devlet aklının parçası’ olduğunu” rahatlıkla telaffuz etmeleri. Bu tür ifadelerin pervasızca ve aleni olarak kullanılması, Müslüman-Hristiyan çatışması fikrinin ve arzusunun Batı’da ne denli yaygın olduğunun göstergesi. Bu dili, test merkezi olarak konumlandırılan ve son 40 yıldır savaşların hiç bitmediği Ortadoğu coğrafyası özelinde, önümüzdeki süreçte farklı bir çatışma dinamiğinin harekete geçirileceğinin işaretleri olarak okumak lazım. ABD yönetiminin kontrolü, planlaması, ekipmanları aracılığıyla, terör örgütünden oluşturulan ‘ordu’ dikkate alındığında konunun nerelere kadar everilebileceği daha net anlaşılır.
“Büyük Savaş” Olasılığı
İsrail’in Gazze’yi işgali ve Filistinlilere karşı yürütülen soykırım politikaları, BM Güvenlik Konseyi’nin soykırım konusunda adım atamaması, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin doğru bir konumlama sergileyememesi gibi başlıklar dikkate alındığında, devam eden sürecin bölgemiz için önemli riskler barındırdığı açıktır. Filistinlilere yönelik işgal ve soykırım politikalarının nereye kadar devam edeceği belli değil. Asgari insani ihtiyaçların karşılanmasının dahi engellenmesine karşı dahi hiçbir şey yapılamıyor.
İsrail, Batı toplumunda ortaya çıkan vicdan merkezli hareketlerin soykırım ve işgal politikalarına karşı sergiledikleri çabalar sonucu ortaya çıkan meşruiyet krizini aşmak için kontrol altında tutulabilir bir bölgesel çatışma süreci başlatmak istiyor. Şam’da İran’a yönelik saldırılar ve bunun sonrası İran’ın cevap verme biçimi İsrail’in bahsettiğimiz amacına hizmet etmeye başladı. Ancak bu durumun yürütülen politikaların neden olacağı hukuksuzluğu, savaş suçunu örtemeyeceği de açık.
İsrail’in ve İsrail’in işlediği tüm suçlara destek veren ABD yönetiminin birlikte işledikleri savaş suçlarını ortadan kaldırmak için “büyük savaş” projesini hayata geçirebileceklerini akılda tutmak lazım. Şam, İsfahan, Irak saldırıları ve buna karşı verilen tepkiler, bahsettiğimiz “büyük savaş” projesinin göstergelerinden biri. Suriye’de oluşturulan ‘ordu’ ve kurulan güvenlik sistemlerini de unutmamak lazım. Yemen’de devam eden savaşın tarafı olan kimi aktörlerin tutumlarını da dikkate almak lazım.
Silahlanma Sorunu
Savaş ve çatışma olasılığını doğru okumak için bakılacak veri, silahlanma parametreleridir. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün 23 Nisan 2024 tarihinde yayınladığı raporda, “dünya silah harcamalarının 2,5 trilyon dolara ulaştığı” ifade ediliyor. Raporda, “askeri harcamalardaki benzeri görülmemiş artış, barış ve güvenlikteki küresel bozulmaya doğrudan bir yanıttır, bunun işaretidir” ifadesi ile coğrafi gibi görülse de güvenlik riskinin küresel sonuçlar üretebileceği vurgulanıyor. Bunun ana sorumlularının ise devletler olduğu, “devletler askeri güce öncülük ediyor, ancak giderek değişken hale gelen jeopolitik ve güvenlik ortamında bu faaliyetler sarmala dönüşme riskini artırıyor” değerlendirmesi de yapılıyor. Askeri harcamaların ülkelere göre dağılımıyla ilgili olarak, 916 milyar dolar ile ABD ilk sırada yer alırken; 296 milyar dolar ile Çin, 109 milyar dolar ile Rusya ve 83,6 milyar dolar ile Hindistan ilk sıralarda yer alan diğer ülkeler.
Raporun Ortadoğu’yla ilgili kısmı da ilginç veriler içeriyor. 2023’te toplam askeri harcamaların yüzde 9 oranında arttığı, bölgede son 10 yılın en yüksek artışının gerçekleştiği ve toplam rakamın 200 milyar dolara ulaştığı ifade ediliyor. İsrail, Gazze’deki soykırım ve işgal politikalarının sonucu olarak bütçesini yüzde 24 artırmış, toplam rakam 27,5 milyar dolara yükselmiş ve bu rakamlar ile dünyanın en büyük 14’üncü askeri harcama yapan ülkesi olmuş. İran’ın harcamaları da artmış. İran’ın askeri harcamadaki artışın yüzde 37’sinin Devrim Muhafızları’yla ilgili olduğu vurgulanıyor. Rapor incelendiğinde, “büyük savaş” ve vekalet savaşı olasılığı, arzusu çok daha netleşiyor.
“Büyük Savaş” veya Vekalet Savaşı
Savaş denilince akla ilk olarak konvansiyonel çatışmalar geliyor. Bu çıkarım doğru değil. Ortadoğu’ya bakıldığında, en son konvansiyonel savaşın İran-Irak arasında yaşanan savaş olduğu görülür. İran-Irak savaşı öncesinde bölge dışıyla son savaşı Osmanlı vermişti. Ama bölgeye yıllardır savaş koşulları egemen ve sürekli bir çatışma hali var. O zaman savaş kavramına farklı açıdan bakmak gerekir. Savaş, son yıllarda yaşananların da açıkça gösterdiği üzere, kimsenin tahmin edemeyeceği ölçekte ve karmaşıklıkta ‘vekalet savaşları’ şeklinde de ortaya çıkabiliyor ve uzun yıllar sürebiliyor. Suriye’de, Irak’ta, Yemen’de, Lübnan’da yaşanan ve hâlâ devam eden savaş, bu tür bir savaş. Görünüm itibarıyla konvansiyonel bir savaş değil, ancak sonuçları itibarıyla savaş.
Yıllardır bölgede yaşananlar ve devam eden çatışmalar/savaşlar dikkate alındığında, Filistin enerjisinin hem meşru motivasyonu hem de sahici tabiatının, bölgede var olan savaş enerjisinin yeni yapılanmalara akmasını rahatlıkla sağlayabileceği görülür. Büyük güçler rekabetinin yükseldiği bu dönemde, Filistin enerjisi kendi mücadelesini sürdürecek güçlü bir zemin bulabilir. Bu enerjiyi suistimal edecek yeni, karmaşık ve manipüle edilmiş terörizm unsurları da görülebilir. Bunların hepsinden daha önemli olan ise bahsettiğimiz olasılığın sadece Ortadoğu coğrafyasıyla sınırlı kalmama ihtimalidir. Katliam, soykırım, işgal konularında sınır tanımayan İsrail’in, İsrail’in yürüttüğü tüm kirli politikaların fiili tarafı olan, destekleyen ABD yönetiminin ve bu iki ülkenin vesayetine teslim olmuş Avrupalı siyasi elitlerin görmediği veya yok saydıkları risk bu.
Yazının girişine aldığımız Carl Sagan’ın; “Bir şarlatana üzerinizde kullanabileceği gücü verdiğinizde, onu asla geri alamazsınız” sözü, İsrail yönetim anlayışını tanımlayan güzel bir ifade. ABD ve Avrupalı siyasi elitlerin temel sorunu, İsrail yönetimleri söz konusu olduğunda, açık olan bu gerçeği görmek istememeleridir.
Kaynak: perspektifonline