Acılar insanı olgunlaştırırsa eğer, darbecilerin yaşattığı her acı, insanları daha çok demokrat yapar. Belki de yaşanan acıların en iyi tarafı, acı yaşatanların iğrenç yüzüne tanıklık etmektir.
Medeni olduğunu söyleyen ülkelerin,
Demokratlıkta mangalda kül bırakmayanların,
İnsan hak ve özgürlüğü diye ortalığı kasıp kavuranların,
Barış ödülü alanların,
Dünyaya demokrasi ihraç edenlerin,
Bütün herkese örnek kriterleri bünyesinde barındıranların insanlığının nerede öldüğünü görebiliyoruz.
Mesela Mısır’da…
Dün, önceki gün ve daha önceki günler…
Binlerce insan; çoluk, çocuk, kadın, genç, yaşlı…
Mısır’ı görmemeye yemin edenler, acıları da yüreğinde hissedemiyor.
Bu kurum, kuruluş ve kişilerin aslında sesi gür çıkıyor.
Mesela Mısır’da Tahrir Meydanında Mursi’ye karşı çıkanların nasıl da bir hak talebi olduğunu ballandıra ballandıra anlatıyorlardı.
Çünkü Mursi kendilerinden değildi…
Onlar gibi düşünmüyor, onlar gibi inanmıyor ve onlar gibi yaşamıyordu.
İsrailli bir çocuğun burnunun kanaması, onlar için büyük bir insanlık ayıbı olarak algılanıyor ve nefsi müdafaa yaparken bir çocuğun burnunu kanatan Filistinliler terörist olabiliyordu.
Gezi Parkında polisin ortalığı savaş alanına çevirenlere karşı attığı gaz bombası, “ibretle izlenecek” bir olay olarak günlerce gündemlerinden düşmeyebiliyor.
Mısır’da seçilmiş hükümete karşı, darbe çağrısı yapanlar demokrat oluyordu ama diğer meydanda, yani Adevviye Meydanında darbeye karşı çıkanlar için “laf söyleme” gereği bile duymuyorlardı.
Üstelik, gözü dönmüş katiller ellerindeki silahlarla rastgele ateş açıp, binlerce kişiyi yere düşürürken…
Tarihin en büyük katliamı Mısır’da yaşanıyor…
Avrupa ülkeleri, kendi kriterlerini çiğniyor, onurlarını ayaklar altına alıyor, insanlıklarını yok sayıyor, başlarını kuma gömerek, Kopenhag Kriterleriyle insanlığı nasıl yücelttiklerine inanmamızı istiyorlar.
Nato ve BM ise tamamen yok hükmünde.
Amerika, demokrasi ihraç edeceği bir ülke olarak Mısır’ın eli kanlı darbecisini gündemine bile almıyor. Sindiği köşesinde “darbe” bile diyemediği bir el koymayı nasıl isimlendireceğinin şaşkınlığını yaşıyor.
Türkiye farklı değil elbet…
Tıpkı Tahrir meydanında, seçilmiş bir iktidarı alaşağı etmenin kalkışmasını yapanlar gibi,
Taksim’de Gezi Parkını bahane ederek, seçilmiş iktidarı alaşağı etmenin yollarını arayanlar, Mısır katliamını, Gezi eylemlerine benzetebiliyor.
Oysa ortada ne armut var, ne elma…
Ama kafası karışık, ne yaptığını bilmeyen, ağzından çıkanı kulağı duymayan acayip bir kesim var.
Oysa burada her şey çok kolay...
Öylesine kolay ki, bir zamanlar el üstünde tutulan partiler, şimdi siyasi tarihin unutulanları arasında kendine yer edinebiliyor.
Bu dönem birinci parti çıkan, bir sonraki dönem sonuncu parti olabiliyor veya tam tersi.
12’inci kuruluş yıldönümünü kutlayan AK Parti, 11 yıldır bu ülkede iktidar.
Yaptıkları güzel şeyler de var, yanlışlar da…
Zaman zaman çok demokrat çıkışları da var, ırkçı yaklaşımda bulunduğu zamanlar da…
Özgürlüklerin önündeki engelleri kaldırma çabaları takdire değer; zaman zaman özgürlüğü önleyen girişimleriyse şaşkınlık yaratıyor.
Genelleme yaptığınızda, Türkiye’de bugüne dek iktidar olan siyasi partilerden artısı daha fazla, eksisi daha eksik diyebiliriz.
En azından, bir sonraki seçimde halkın desteği veya tokadı vurma şansı olan tüm iktidarlar gibi bir iktidar…
Diktatörlük söz konusu değil, belki haddini bildirilecek girişimler var.
Baskı yok ama özgürlük alanı, genişletilmeyi bekliyor.
Darbecilere karşı duruşu dik, “mesai arkadaşım” gibi acayip sahiplenmeler gereksiz.
Ama sonuçta bir siyasi parti işte, politika yapan, seçimle belirlenen, seçimle de geri gidecek olan bir parti.
Bu nedenle Taksim, asla Tahrir olamaz…
O zihniyet, dün ölen insanlığı bile sahiplenecek kadar alçaldı.
Masum Gezi eylemlerini, darbe eylemine dönüştürmeye çalışanlar bilmeli ki, artık bu dünya, eski dünya değil, bu ülke eski ülke değil.
Şimdi darbecilerin borusunun öteceği zaman hiç değil.
Millet, daha çok özgürlük, daha çok demokrasi istiyor; hem de canı pahasına, kanı pahasına.
Bu acı bize bir şeyi daha öğretti; Ortadoğu ve özellikle de kutsal topraklarda çok aşağılık yöneticilerin var olduğunu…
İşte bütün bu yöneticileri, darbe destekçilerini, darbecileri ve onun postal yalayıcılarını, maddi destekçilerini düşünerek diyorum ki, “Şerefsizliğin adını Sisi koydum. Tüm darbecilere ve onların destekçilerine ibret olsun” diye.
Tweetimden seçmeler
Eskiden “bir lokma, bir hırka”yla yetinen Yunus vardı, tarihe adını yazdıran. Şimdi makam ve ihale kapan müritler var. Biz Neye inanacağız?
www.naifkarabatak.net