Komedi filmlerine taş çıkartacak komiklikleri, dram filmlerini aratmayacak bir ciddiyet ve üzüntüyle yaşayan bir millet olduğumuz kesin. Sadece bugün değil, tarihin her döneminde “kendine has” veya “zamanına göre” uygulamaların olduğunu gördük. Bazen güler misin, ağlar mısın diyorsun ama aslında ağlamak gerekiyor.
Bazen cahilliğimize, bazen karşıdakinin enayi sanılmasına ya da kendisinin çok uyanık bilinmesine ve elbette ki ortaya konan kurguya veya kandırmacaya inanılmasına…
Ekşi Sözlük’te birkaç zamane genci vakit öldürmek için kendilerince bir eğlence düzenlemişler…
Eğlencenin adı “sazan avı” oldu.
Bir deli kuyuya taş atacaktı, kırk akıllı değil, bütün ulusalcılar, milliyetçiler, CHP’liler ve daha “neci” olduğu belli olmayanlar çıkaramayacaktı. Bir anda sosyal paylaşım sitelerinde TC ön adlı sazanlar türedi, yerden biter gibi. Sonra bunu ciddiye alan siyasiler oldu, bürokratlar bulundu, sivil toplumun sesi olduğunu sananlar çıktı. Sazandan çok ne vardı, zamanında iyi ekmişlerdi demek ki.
Oyunu kuranlar, bu kadar sazan beklemiyordu elbet. Hatta etkili ve yetkili sazanlar çok daha fazlaydı.
Ne oluyordu, ülkede TC kalkıyordu…
Türkiye Cumhuriyeti kalıyordu ama TC’nin gitmesi kabullenilemezdi…
Nereye gidiyor, kim götürüyor belli değildi.
Alıp ne yapacaklardı, kalıp turşusunu mu kuracaklardı o da belli değildi.
Birisi TC’yi alınca büyümeyecekti, diğeri TC’yi koyunca küçülmeyecekti.
Zaten ortada TC diye bir şey oldum olası yoktu, Türkiye Cumhuriyeti vardı ama demokrasisi olmayanından…
İşte bütün mesele cumhuriyete demokrasiyi dâhil etmekti.
Belki taçlandırmaktı; cumhuriyeti amacına uygun hale getirmekti, diktatörlerin cumhuriyetinden arındırmaktı…
Tek başına Cumhuriyet, “Egemenliği millette” vermiyordu hiçbir zaman.
Çünkü dünyada cumhuriyetle yönetilen o kadar çok antidemokratik yönetimler, baskıya dayalı ayakta duran iktidarlar, krallıkla yönetilenler.. var ha vardı…
Cumhuriyeti, halkın yönetimi haline getirense demokrasiydi.
Ülkedeki kavganın esas nedeni, demokrasisiz cumhuriyet isteyenlerin direncidir…
Çünkü cumhuriyetle “tek parti” bile olabiliyorlar ama demokrasiyle olamıyorlar.
Cumhuriyetle, açık oy, gizli tasnif yapabiliyorlar ama demokraside yapamıyorlar.
İşine gelmediğinde 367 gibi Demokles’in kılıcını sallayacakları ortam, Cumhuriyette var, demokraside yok.
İşin özü ne cumhuriyet tek başına bir nimettir, ne de demokrasi…
İkisi bir olmadıktan sonra adını ne kurarsanız kurun, baskıcı yönetimden, diktatörlükten ve zulümden kurtulamazsınız.
Öylesine “laçka” ülkelerde, eline kâğıdı kalemi alan darbe planı hazırlayıp, “bundan sonraki hayatını” devlet başkanı ve onun nimetlerinden faydalanma hülyaları kurar.
Çünkü demokraside, kurumlar görevini bilir, cumhuriyette “bu ülkenin sahibi benim” hastalığına yakalananlar bulunur.
***
Ekşi sözlükteki çocukların bu kadar detaya inmesi zaten mümkün değildi.
İki kelimeyi küfürsüz ifade edemeyen zekâ yoksunu, kelime dağarcığı sınırlı, ipe sapa gelmez lafları sıralayanlardı.
Ama onlar bile koca bir ülkede sazan avına çıkabiliyorlardı.
Ortam da müsaitti.
30 yıldır akan kan duracaktı, “taviz” verildiği düşünülüyor/yansıtılmaya çalışılıyordu. İşte alın size taviz.
Peki bütün sazanlara soruyorum, özellikle de “yetkili sazanlar”a…
Bu ülkede başında TC ibaresi olan bir tane valilik gösterebilir misiniz, bir tane belediye başkanlığı, bir tane kamu kurumu…
Türkiye Cumhuriyetinin kısaltması olan TC, sadece resmi yazışmalarda, başlıklı, şimdiki deyimle de antetli kağıtlarda kullanılır.
Hiç kimse “TC Ankara Belediyesinde çalışıyorum” demez, çünkü tabelasında da öyle bir şey yazmaz.
Veya birisi “Ben TC Adıyaman Valisiyim” demez, çünkü tabelasında TC yazamaz.
Yazan yok mu, elbette var…
İşi bilmeyen, bazı küçük kurumları yönetenler, tabela yazarken, “başlıklı kâğıdı” tabelacıya gönderip, “iyi iş yaptığını” sanmanın rahatlığıyla millete kurum adı değil, künyesini okuturlardı.
Tartışmaya konu ise bir Aile Sağlık Merkezi…
Sağlık Bakanlığına bağlı bu kuruluş, sonra Sağlık Müdürlüklerine, sonra Kamu Hastaneleri Birliğine…
O zaman Tabela şöyle olmalı;
“Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı