Falcımız yeni bir güne ama zengin bir güne uyanmıştı. Keyfine diyecek yoktu. Bugünkü konuklarından birisi, aynı zamanda muhtemelen başbakandı. Devletle çalışmak gibisi yoktu, tıkır para. İlk konuğu Yıldırımların Bin Ali’si olmalıydı.
Yine aynı neşeyle kahvaltısını yaptı, yine aynı neşeyle yardımcısına seslendi. Kapının hemen öbür yanında bekleyen yardımcı heyecanla içeriye girdi.
-Üstadım sormayın, bugün başbakan adaylarına randevu vermiştik, yine o kısa boylu gözlüklü adam geldi. Senin sıran değil dedim ama dinlemiyor, ben başbakan olmalıyım diyor.
-Ay kıyamam, yazık.. Ona söyle onun dermanı bizde değil. Ona hiçbir falcı çare bulamaz. İyisi mi kendisini tepeden tırnağa ve özellikle tepeye yönelik bir tedaviye aldırsın. Söyle ama özellikle tepesi.
-Tamam üstadım, başka bir şey var mı?
-Bugün kimler gelecek?
-Üstadım, bugün iktidar partisinin kongresinde aday olacaklar ve aday olayım mı diye size soracaklar var. Saat onda Yıldırımların Bin Ali’si gelecek, sonra da diğerleri.
-Oh.. oh ne ala, diyerek ellerini ovuşturdu bizim falcı.
-Ama şey üstadım, bu kısa boylu gözlüklü adamı ne yapayım, muhtarlığa aza lazım olsa geliyor. Artık postalamaktan bıktım.
-Sen halledersin, yolla gitsin ama unutma tepesini muayene ettirsin.
Yardımcı çıktıktan sonra falcı, müşterilerine neler söyleyeceğini tasarlıyordu. İlk müşterinin işi kolaydı. Falcıyla işi olmazdı ama olsun, müşterisiz mi kalsın?
Kapı çalındı, önde yardımcı, arkasında kısa boylu gözlüklü adam vardı.
-Yine mi sen, dedi ama kısa boylu şişman adam “ben başbakan olmalıyım” demeye başladı.
-Tamam, tamam korkma olacaksın ama daha zamanı var, çooook zamanı var. Ben görür müyüm bilemem.
-Ama öyle deme, beni korkutma benim acele başbakan olmam lazım. Beş milyon kişi oy verse tamamdır.
-Bana da on milyon kişi oy verse o iş tamam ama falcıyız, sandık başında eli silahlı militan değil. Sen hiç merak etme. Git evine, ılık bir duş al, yat uyu. Sana bir ilaç vereceğim, rüyanda başbakan olduğunu göreceksin.
-Hay Allah senden razı olsun, rüyası bile yeter, rüyası bile yeter…
Yardımcı, kısa boylu gözlüklü adamın kolundan tutarak dışarıya çıkardı, bir süre sonra da Yıldırımların Bin Ali’siyle birlikte geldi.
-Vurur yüze ifadesi, kabineyi oluşturdun mu bi tanesi?
-Bak bu espriyi sevdim.
-Başka bir şey dememe de gerek yok, iyisin, hoşsun, çalışkansın, başarılısın ama bu görüşmemizi hikâyeleştirecek yazar gibi konuşmayı da pek sevmiyorsun değil mi? (Yahu bu benden mi bahsediyor, hikâyeyi yazacağımı nereden bildi, falcı işte)
-Şey.. benim kafama takılan bir şey var?
-Reis mi?
-Yok o değil, demin ben içeriye girerken, kısa boylu gözlüklü adamı gördüm. Onun burada ne işi vardı?
-O mu, hay Allah iyiliğini versin. O buranın müdavimi. Yazık kalan birkaç tahtasını da kaybetmiş, divane gibi dolaşır durur. Kınamayın başınıza gelir?
-Aman aman kınamayayım. Şimdi bana söyleyin.
-Neyi?
-Ayna ayna söyle bana..
-Bu o hikâye değil, karıştırdın.
-Evet ya, peki sizin ağzınız niye bu kadar büyük.
-Bu o hikâye de değil, Yıldırımların Bin Ali’si. İyisi mi sen eve git, kabineni oluştur. Kafanı da o kısa boylu gözlüklü adam takma. Aynen her şeyi yapacak birisi ama sizin genel kurula gelemez. Ama gelse kesin başbakan olur. O bir içeriye girse olur. Dikkat edin, çok tehlikeli.
-O kadar mı tehlikeli, genel kurula gelme ihtimalini bile sevmedim.
-Ben diyeyim, o adam nereye gitse orayı bitirir. Partinizin bitmesini istiyorsanız getirin, ülke elden gitsin diyorsanız başbakan yapın. Amerika çöksün istiyorsanız Amerika’ya başkan yaptırın.
-O derece..
-Derecesi bile yok, haydi git, hayırlı olsun…