Son yıllarda hak savunuculuğu geçer akçe oldu. Aslında bu çok güzel bir gelişme. Dünyanın neresinde olursa olsun, diline, dinine, ırkına, rengine veya kıyafetine bakmadan mağdurun yanında olmak, mazlumu savunmak, zalime karşı çıkmak insanlığın da bir gereğidir.
Ama bizde farklı…
Son yıllarda artan hak savunucuları, ister sağdan olsun, ister solda, isterse muhafazakâr kesimden, ayrıntısız herkes “ateistlerin” hakkını aramaya başladı.
Örgüt üyesi olmakla suçlananlara özgürlük istendi.
Cinsel tercihinden dolayı horlananlara sahip çıkıldı.
Darbe yapmaya yeltenenlerin suçsuzluğu haykırıldı.
Manipüle haber yaparak, ülkeyi kaosa sürüklemek isteyenlerin gazetecilik yaptığı söylendi.
Binlerce kişinin ölümünden sorumlu olan terör örgütü üyelerinin açlık grevinin sonlandırılması için her kesim dilinin döndüğünce destek verdi.
Elbette bunlar güzel şeyler…
Bizden olmayan, bizim gibi düşünmeyen, bizim gibi giyinmeyen ve nihayetinde bizim gibi yaşamayan insanların da bizim sahip olduklarımıza sahip olması ve yargının herkese eşit durması gerekirdi.
Bütün bunlar iyiydi hoştu ama biraz içi boştu.
Samimiyet yoktu, hak savunuculuğunda bile ideoloji ön plandaydı.
Gazetecileri savunurken, muhafazakâr kesimdeki gazetecileri kimse görmedi.
Zindanda yaşayan, hiçbir suçu olmayan veya sadece düşüncesini ifade ettiği için hapis hayatı çeken, antidemokratik bir dönem olduğunu haykırdığımız 28 Şubat’ın mağdurlarını gören olmadı.
KCK veya Ergenekon operasyonlarını rahatlıkla eleştiren, “şık” olmayan durumları sorgulayan gazeteciler de, yazarlar da, aktivistler de, siyasiler de, hak savunucuları da “inancı” nedeniyle tutuklu bulunan ve saçma sapan gerekçelerle özgürlükleri elinden alınan insanları önemsemedi.
Bizler de dâhil…
Dün Yeni Akit Gazetesi’nde Hasan Karakaya, iki konuyu gündeme getirmişti.
Birisi hepimizin yakından tanıdığı Yazar ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu’ydu, diğeriyse bir babanın feryadıydı. 76 yaşındaki Adıyaman’ın Kâhta ilçesinde evlat acısı çeken Mehmet Yetiş’in feryadıydı. Yetiş’in, bir oğlunu Hizbullah öldürmüş, bir oğlunu “Musta’zaf Derneği” üyesi olmakla içeri tıkmışlardı.
Yazar ve Mütefekkir Salih Mirzabeyoğlu, 28 Şubat’ın mağdurlarından ve halen çilesini çekenlerden.
28 Şubat’ı yargılayan hükümet, 28 Şubatın yargıladıklarındaki usulsüzlüklere bakıp, yeniden yargılanarak bu insanların özgürlüğüne kavuşması için tek bir adım atmadı.
Hak savunucuları, gazetecilere özgürlük isteyenlerin de sesi çıkmadı.
Fazıl Say, hiç bu konuda sayıp döktürmedi.
Levent Kırca, bir tek saçmalığını da bu iş için harcamadı.
Başörtülüleri korkutucu bulan Serra Yılmaz, aynaya bakmadan korkutucu başka konulara giremedi.
BDP’nin Mirzabeyoğlu tepkisine de tanıklık etmedik, CHP’nin çıkışına da, MHP’nin dik duruşuna da…
Ya da şu saçma sapan Musta’zaf Derneği operasyonu…
Bu derneği veya üyelerini hangi suçtan yargıladıklarını soran oldu mu?
Musta’zaf Derneğini ve üyelerini veya görüşlerini beğenmeyebilirsiniz, zaten herkesin bir diğer görüşü benimsemesi de söz konusu olamaz ama Allah aşkına, bu insanların neyle suçlandığını bilen var mı?
Namaz kılıyorlar, oruç tutuyorlar, İslam’ın diğer şartlarını yerine getiriyorlar ve haftada bir de oturup sohbet ediyorlar.
Ellerinde silah yok, dillerinde öfke yok, gözlerinde şimşekler çakmıyor ve ortaya dökülen darbe planlarına sahip değiller.
Sadece inançlarının gereğini, inandıkları gibi yapıyorlar.
Ve hiç kimse onları savunmuyor, savunamıyor…
Korkuyorlar, ürküyorlar, gelecek tepkiden tırsıyorlar.
Neden, illa birisinin mağduriyetini savunmak için “dinsiz” olmasını mı, “solcu” olmasını mı, “örgüt üyesi” çıkmasını mı bekliyorsunuz?
Bugün, sağ kesimde, muhafazakârlar arasında bile Kürtçenin bir anadili olduğunu ve herkesin kendi anadilini kullanma hakkı bulunduğunu, insanların dilinden, dininden, mezhebinden veya dünya görüşünden, hatta cinsel tercihinden dolayı yargılanmaması gerektiğini söyleyen insanların sayısı gittikçe artıyorken, öte kesimde aynı duyarlılık neden çıkmıyor?
Yoksa siz “hak” derken başka şeylerden mi söz ediyorsunuz?
Ve bizler de söz ettiğiniz başka şeyleri savunma peşinde mi koşuyoruz?
Peki AK Partililer ne yapıyor, sizin hiç vicdanınız sızlamıyor mu bu haksızlıklara?
Twitimden seçmeler
İnsanın hayallerini törpüleyen bir kentte yaşaması çok zor. Ya hayalimiz sınırları kıramıyor, ya bu kentin kalkanı çok güçlü!