Dün TBMM’de mesai yapan vekiller, 3 saat 20 dakikada önemli bir karar çıkardı. Bu karar elbet kolay çıkmadı. Tartışmalar, suçlamalar, savunmalar, gerilen sinirler, deşarj olmak için boğazı yırtılana kadar bağıranlar, sıra kapaklarına vuranlar ve sonunda oylama; 320 kabul, 129 ret.
Oy verenler neye “evet” dediğini, karşı çıkanlar neye karşı çıktığını “tam anlamıyla” bildiğini düşünmüyorum. Bunun için de “tez yazacak kadar” elde veri olduğuna inanıyorum.
Çünkü hiçbir milletvekili kendi özgür iradesiyle ve oylanacak metni anlayarak, içine sindirerek, özümseyerek, aklı ve yüreğiyle tartarak kabul etmediği gibi, karşı da çıkmıyor. Grup kararı alınıyor veya alınmıyor gibi yansıtılıyor.
Ama AK Partililer “evet” oyu vereceğini biliyor, MHP’liler de “evet” diyeceğinin farkında, CHP ise “Ret” oyu kullanacağını peşinen ilan ettiğinden hepsi oyunun rengini iyi biliyor.
Ve bunlar millet adına karar veriyor.
Ne yazık ama ne yazık ki, millette tıpkı vekilleri gibi…
Akçakale’ye acının düşmesiyle birlikte işyerlerinde, kahve köşelerinde, evlerde, televizyonlarının başında ve sosyal medyada iki zıt kutbun tartışmalarıyla sabahı zor ettik.
Bir kesim “şiddetle savaşa karşı” olduğundan, top da, tüfek de, tank da ülkeyi vursa umurlarında değil.
Bir kısmı, “Kerkük’ü de alalım” diye kanla toprak büyütmenin derdinde olduğu gibi, Suriye’yi de vurarak toprağını büyütme derdinde.
Bunlardan bir kısmı, “nefsi müdafaa” çerçevesinde saldırıya aynıyla karşılık verilmesinden yana.
Bir kısmı, hükümetin Suriye politikasını eleştirir, bir kısmı PKK’nın belli bir bölgede hükümranlığı için yapıldığını bunun da Oslo’yla bağını kurarak anlatırlar. Elbette hepsi batının oyunudur, Amerika bizi savaşa çekmek istemektedir, hükümetse bu oyuna düşmektedir.
Bütün bunlar bir birinden tamamen farklı ve temelde ayağı yere basan görüşler olmaktan çok uzak olduğu gibi, hissi, fevri ve ideolojik bir tarafgirlik veya karşı çıkmadan öte bir şey değildir.
Oysa eğri oturmaya gerek olmadan, doğru oturup, doğru konuşmak gerekir.
Birincisi Suriye’de masum insanlar göz göre göre ölüyor, hem de kendi hükümetleri tarafından.
İkincisi Suriye, ülkesindeki ateş topunu ülkemize sıçratmak için aralıklarla denemeler yapıyor, belki de savaş davetiyesi yolluyor.
Üçüncüsü ise bu davet, can alarak yapılıyor, hiçbir suçu olmayan insanlarımız, kadınlarımız, çocuklarımız ölüyor, yaralanıyor.
Uçak düşürülmesinde müdahale edilmemesine sert tepki gösteren vatandaşlar ve muhalefet partileri, Akçakale’ye ilk bomba düştüğünde de bu tavrını sürdürdü. Özellikle CHP ve MHP kanadı, ülkemizin “şamar oğlanı ”na döndüğünü söylüyorlardı. Kimse ülkemizi ciddiye almıyordu, hükümeti umursamıyordu ve vuruyorlardı…
Sonra can kaybı olunca tepkiler bu defa çığ gibi yükselmeye başladı, ta ki Türkiye karşılık verene kadar.
Ve o andan sonra her şey tersyüz oldu, ülkede iki kutup oluştu; savaş çığırtkanları ve savaş karşıtları…
İş gerçeğe dönmüştü, savaş kapıda olabilirdi. O zaman “barış havarisi” kesilmekten daha kolay ne vardı.
Ve öyle de oldu.
Kabul etmek lazım ki, halkın büyük bir bölümü savaştan yana değil.
CHP’de savaş karşıtı.
Yani Suriye’yle yapılacak savaşa karşı.
Ama Ergenekon’un savaşından yana…
MHP’de tezkereye “evet” oyu verdi, ancak “Suriye’de akan kanın durması” veya “Akçakale’de insanların ölmesi” nedeniyle müdahale yapılmasını isteyerek “evet” demedi. PKK’nın Suriye’nin kuzeyinde hakim güç olmasını engelleme adına “evet” dedi.
Belki de herkesin “evet”i kendine, “hayır”ı da başkasınaydı.
Her konuda olduğu gibi, hem millet için, hem ülke için hayati bir konuda bile “doğru taraftan” tartışmaya başlanamıyordu.
Savaşa karşı olmak, bir insanlık görevidir.
Ama savaşa karşı olanların, yapılan saldırıları bertaraf etme konusunda ne düşündüklerini de açıkça söylemeleri gerekiyor.
Hem savaşa karşı olacaksın, hem “ülkeyi ciddiye almıyorlar” diyerek yapılan saldırıları kınayacaksın. Olacak şey değil.
Veya hem savaş isteyeceksin, hem barıştan dem vuracaksın, bu da olacak şey değil.
Üstelik tezkere gündeme gelmeseydi, “neden tezkere çıkartılmıyor” diye hükümet topa tutulacaktı. Tezkere meclise gelince de “hükümeti savaş meraklısı” olmakla suçlayacaklardı.
Öyle de oldu.
Tarih boyunca olduğu gibi, bütün dünyada görüldüğü gibi ülkemizde de ne yazık ki savaşa karar verenlerle savaşa gidenler hep farklı kesimden.
Savaş olsa dahi, TBMM’de el kaldıran hiçbir ferdin “yakını” o savaşta yer almayacak.
Savaşa asker çıkaran hiçbir komutanın “yakını” da orada olmayacak.
Hiçbir yüksek bürokratın, hiçbir siyasinin, hiçbir zenginin “yakını” da orada bulunmayacak, cepheye sürülmeyecek.
Ve tıpkı PKK’yla yapılan mücadelede olduğu gibi yine “30 bin lirası olmayan” zavallı insanlar savaşacak, can verecek, ardında acı bir hayat bırakacak.
Ve biz Suriye’ye müdahale ederek, onurumuzu kurtaracağız.
Ben, böyle bir onur istemiyorum…
Twitimden seçmeler
Savaşı amigoluk, kahramanlık ve milliyetçilik sanan aptallar yüzünden dünyada bunca insan ölüyor.