Uzun ve onurlu yaşadı Yaşar Kemal, adına yakışır şekilde. Manevi oğlunun deyimiyle namuslu bir ömür yaşadı o. Bir sanatçının uzun ya da kısa yaşaması ürettikleri, üretecekleri için önemlidir elbette. Hayatlarının en verimli dönemlerinden yaşamdan kopan ya da koparılan Mehmet Uzun ,Ahmet Kaya ve daha niceleri kısa bir ömre çok şey sığdırdılar; daha da önemli şeyler sığdırabilirlerdi, yaşamalarına izin verilseydi …
Uzun bir ömür bazılarına nasip olabilir, fakat uzun yaşayıp da onurunu korumak herkese kısmet olmuyor. Her on yılda bir size aba altından sopa gösteren darbe sevdalılarına inat ayakta kalmak, bu topraklarda bir gün barışın olabileceği özlemini diri tutmak ve buna inanmak , yürekle yoğrulan cümlelerde cımbızla kelime seçenlere inat düşüncelerinden taviz vermemek…
Kelimelerini bahara hazırlayarak oto sansürden uzak, zamanın esaretine cılız seslerle değil, okkalı cümlelerle karşılık vermek…
Uzun yaşayıp ilkelerinden ödün vermemek… Sağa sola yalpalamadan, onurunu ‘ ama’lı cümlelerle yaftalamadan, iktidarların nimetleri üzerine çulunu sermeden tüm kimlikleri eserlerinde yaşatarak hem kendine hem de kahramanlarına yakışanı yaparak yaşamak, ona yakışırdı. Kendisine yakışanı da yaptı.
Mesleğiniz, kariyeriniz, konumunuz ne olursa olsun yaşadığınız ülkenin her hali dokunmalı size, sevinci paylaşmak, hüzne ortak olmak… İş olsun diye değil, hamasi nutuklarla gökyüzünü süsleyesiniz diye değil; gök yüzünün başka renklerle de güzel olabileceğini göresiniz diye kelimelere sığınıyorum.
Namuslu olmak;
Bütün kimlikleri renkleriyle ön yargısız kabullenmektir. Hedef gözetilerek öldürülen çocukların yarım kalan düşlerinin sesi olmaktır.
Sokak ortasında esnafla bir olup leşe konan karga misali , bırakın başka düşünceleri başka görüntülere bile tahammül edemeyen, üstelik kamu güvenliği adına gençleri öldürenlerin karşısına dimdik dikilmektir.
Medeniyetin beşiği olarak görülen İstanbul’da şatafatlı gökdelenler uğruna milyar dolarların hesabını yapıp çalışan işçiler için güvenlik önlemi almayan, işçilerin hayatını bir asansörden daha da ucuz görenlerden hesap sormaktır.
Çocuğu ölen bir babanın, çuvala koyup sırtladığı küçük bedenin büyük ağırlığı altında ezilmektir. Sadece yolları değil umutları da tüketen kardan hesap sormak yerine ihmali olanlara, telefonla aranıldığı halde geç gelenlerden, umursamayanlardan, empati kuramayanlardan hesap sormaktır.
Yerin yüzlerce metre derinliğinde bir ekmek uğruna savaşan, akşama evine dönüp dönmeyeceği kaygısını taşıyıp her gün son defa dönüp arkasına bakan ve ailesiyle helalleşen işçilerin de bu ülkede yaşamaya hakları olduğunu söylemektir. ‘Benim oğlum yüzme bilmez’ diyen bir ananın çığlığını duymak, tüm yokluklara göğüs germiş, yokluğu ve garibanlığı lastik ayakkabısına yansıyan bir babanın onurunu korumaktır.