Eleştiri ve muhalefet; gelişmenin, şeffaflığın ve demokrasinin vazgeçilmez unsurlarıdır.
Eleştiriden imtina eden, muhalefet istemeyen, hatta bu konuda işine geldiği gibi istibdat uygulayan kişi ve kurumların sağlıklı gelişmesi beklenemez.
İyi niyetli ve yapıcı bir yaklaşımla yapılan eleştiriden rahatsız olan, ciddi, tutarlı ve haklı muhalefetin önünü kesenlerin mutlaka rahatsız olduğu bir şeyler vardır.
Ya “en iyi ben bilirim” saplantısının esiri olmuşlardır bunlar ya da “ben sizin yerinize düşünür, sizin yerinize gerçekleştirim” zihniyeti ile kendinden başkalarını hakir ve yok gören bir tutum içerisindedirler.
Her ikisi de ucubedir, her ikisi de “insan”ı reddeden, paylaşım, dayanışma ve gelişmeden uzak, dıştan ürken, korkan ve güvenmeyen, içe kapalı bir zihniyetin ürünüdür.
Böylesi bir tavır kimi zaman “kendine aşırı güvenme” gibi görünse de, esasta “kendisinde” var olan “eksikliği, hatayı ve yanlışı” gizleme maksadını taşıyan bir çabadır.
“İçe kapanık” bu zihniyet, bir bakıma içindeki usulsüzlüklerin “içte” kalmasını sağlama kaygı ve telaşının sonucu da olabilir. Kimi zaman “kol kırılır yen içinde kalır” savunması ile kamufle edilmeye çalışılsa da aslında “faş olma” korkusudur.
Yapıcı ve iyi niyetli eleştiri ve muhalefetin önünde başka tali engeller olsa da esas itibariyle bu nedenler yatar.
Bireysel manada bir “içe kapanıklık” geneli pek ilgilendirmeyebilir. Hatta bu basit bir “klinik vaka” olarak da görülebilir.
Ama kurumsal manada böylesi bir zihniyetin kabul edilmesi, tasvip ve tasdik edilmesi beklenemez, beklenmemeli.
Bu durum bütün kurum ve kuruluşlar için geçerlidir.
Özellikle de “seçilmiş” ve “seçimle gelmiş” bir kurumun, bu kurumun temsilcilerinin hatta diğer organlarının bu tavra girmesi asla mazur görülmez.
Böyle bir kurumda, böyle bir kurumun yönettiği toplumda, böyle bir kurumun hizmet mantığında şeffaflık olmaz
Demokrasi olmaz.
“Sosyal olmak” olmaz.
Alınan karar ve yapılan işlerde kimi zaman toplumun memnuniyet ve menfaati bakımından isabet kaydedilse bile genel itibariyle esas gerçeği değiştirmez.
Şimdi gelelim bunların memleketimizle olan alakasına.
Haliyle soracaksınız;
“Memleketimizde böyle idare edilen kurumlarımız var mı?”
“Böyle zihniyetteki insanlar hangi kurumların başında/yönetiminde bulunuyor?”
Haklısınız, bu yazılandan sonra ben de olsam aynı soruyu sorardım.
Şimdi size var desem, rahat durmayacak, “kim, kimler, hangisi…” sözcüklerinin yer aldığı soru cümlelerini kurarak beni sıkıştırmaya, ağzımdan laf almaya çalışacaksınız.
Ben ne yapacağım?
Tabi ki susacağım.
Sizin yaptığınız gibi ben de susacağım.
Ben konuştuğumda, arkamdan veya yanımdan gelmeyeceğinizi bildiğim için susacağım.
Ben konuştuğumda, birilerine yaranmak için bana itiraz edeceğiniz için susacağım.
Ben konuştuğumda, muhtemel çıkarlarınızı hesap ederek beni yalanlayacağınız ve kınayacağınız için susacağım.
Ben konuştuğumda, Allah rızası için yanlışlarımı düzeltmeyeceğiniz ve doğrularımı desteklemeyeceğiniz için susacağım.
Malumu ilan etmek için, sizlerin de bildiği şeyleri benim sesli olarak dile getirmemi istediğiniz için susacağım.
Sizlerin kahve ve çay ocağı köşelerinde, üç beş kişilik yârenliklerde kısık sesle konuştuğunuz şeyleri benim yüksek sesle söylememi istediğiniz için susacağım.
Hepinizin sustuğu gibi susacağım.
Sahi susturucu takılmış bir toplum olmak nasıl bir duygu?