Bilinen bir öykü ama tekrarda fayda var:
Ormanın birinde Aslanlar toplanmış.
“Yahu” demişler, “Hesapta kralız, açlıktan öleceğiz birader… Maymuna saldırsak, ağaca kaçıyor; fillere saldırsak, fazla büyük… Ceylanlar hızlı, yetişemiyoruz; kuşa dalsak, uçuyor; e balık yakalayacak halimiz de yok… N’aapsak?”
Bir tanesi “En iyisi, öküzlere saldıralım” demiş, “iri yarı görünüyorlar ama, ne pençeleri var, ne dişleri diş… Tam dişimize göre!”
Olur mu? Olur.
Hücum!
Ama evdeki hesap çarşıya uymamış; öküz, öyle yabana atılacak hayvan değilmiş meğer… Organize oluyorlar, topluca savunma yapıyorlar, püskürtüyorlarmış.
Aslanlar aç bilaç.
N’aapsak, n’aapsak?
“Tilkiye danışalım” demişler.
Tilki “kolay” demiş, “beni, öküzlerin yaşadığı zengin otlakların prensi yapın, işinizi halledeyim…”
Kabul etmişler.
Tilki, elinde beyaz bayrakla öküzlere gitmiş, “saygıdeğer öküzler” demiş, “aslında aslanlar uysaldır, sizi de çok seviyorlar… Ama şu aranızdaki sarı öküz var ya, sarı öküz, işte sorun o… Görünce tahrik oluyorlar, canları çekiyor, verin şu sarı öküzü, kurtulun kardeşim, huzur içinde yaşayın!”
Öküz heyeti düşünmüş taşınmış, “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” mantığıyla, verivemişler sarı öküzü…
Aslanlar da afiyetle yemiş.
Bir gün, iki gün…
Tilki gene gelmiş.
“Bakın gördüğünüz gibi, saldırılar kesildi, mutlu mutlu yaşıyorsunuz” demiş ve eklemiş: “Ama şu benekli öküz var ya, benekli öküz, o burada olduğu sürece size rahat yüzü yok arkadaş, canları çekiyor, verin, kurtulun!”
Öküz heyeti düşünmüş, “otlağın selameti için” teslim etmiş benekli öküzü.
Üç gün, dört gün…
Tilki gene gelmiş.
Kuyruğu uzun olanı…
Burnu beyaz olanı…
Tombul olanı…
Tek tek alıp, gitmiş.
Otlak seyrelmiş.
Aslanlar semirmiş.
Bir gün… Tilki gelmemiş!
Gerek kalmamış çünkü.
Direkt aslan gelmiş.
“Hanginizi istiyorsam, canım hanginizi çekiyorsa, onu vereceksiniz, adamı hasta etmeyin” demiş.
Otların arasında tir tir titreyen, tek tük kalmış öküzler, “keşke sarı öküzü vermeseydik” demiş ama, iş işten geçmiş.
***
Adam satmanın, dost ve arkadaş satmanın en dramatik örneklerinden birini okudunuz.
Boşuna öküz dememişler…
Aslında adam satmak maharet ister. Özellikle de dostunu, arkadaşını hatta yol arkadaşını satmak bir ustalık işidir.
Öyle pazarda eşya, dükkânda mal satmaya benzemez.
Nerden geldiğini, nasıl olduğunu anlamadan bir de bakmışsın ki satışlara gelmişsin.
Bu iş için fazla tahsile de gerek yok.
Gerçi mektep medrese görmüşlerin bu konudaki erbaplığı daha iyi olur diyorlar ama sonuçta satış satıştır.
Bu arada şunu karıştırmamak lazım:
“Satmak” farklı, “satın alınmak” daha farklı bir şey.
Burada satmaktan yani “adam satmaktan” söz ediyoruz.
Bir takım hesaplar uğruna, elde edilecek menfaat ve makamlar uğruna yapılan adam satmaktan yani.
Şimdi diyeceksiniz ki “hayat bir yarıştan ibarettir. İnsanların birbirini geçmesi ve alt etmesi için satışlar normaldir.”
Değildir!
En azından bana göre değildir.
Karşılığı ne olursa olsun, dostunu veya yol arkadaşını satmak, en basit ifadesi ile “öküzlüktür”.
Yarışmak, mücadele ve rekabet etmek ayrı, sinsice, tilkice, iki yüzlülükle ve de kıvırtarak adam satmak daha ayrı şeydir.
Yarım asra dayanan şu ömrümde çok şey öğrendim.
Ama adam satmayı ve yalakalık yapmayı öğrenemedim!
Benim cahilliğime verin!
Bu işi becerenlerin de öküzlüğüne bağışlayın…