Eski Ramazanlardan birinde iki molla âdet olduğu üzere Anadolu köylerine ramazan hocalığı yapmaya çıktılar.
Rahat birer köy bulmak için yollarına devam ederken bir akşam vakti yolları üzerindeki bir köyde misafir oldular.
Ev sahibi köylü irfan sahibi, umur görmüş biriydi. Mollalar akşam namazı yaklaştığı için hazırlanmak istediler. Biri abdest almak için dışarı çıktı. Ev sahibi köylü içerde kalana sordu:
“Arkadaşının tahsili, terbiyesi yeterli midir, Kur’an’ı iyi okur mu, tefsir ve hadis öğrenmiş midir?”
Odada kalan cevap verdi:
“Yok canım, ne tahsil ve terbiyesi, ne ilmi? Eşeğin biridir, bir şeyden anlamaz. Biraz şarlatandır, ona güveniyor.”
Bu arada dışarı çıkan içeri girdi ve içerdeki dışarı çıktı. Köylü içeri girene de arkadaşı için aynı soruyu sordu. O da arkadaşı için şöyle dedi:
“Sığırın biridir. İlim ve edepten hiç nasip almamıştır. İstanbul’da boşuna kaldırım çiğnemiştir.”
Mollaların hazırlanması bitince birlikte akşam namazı kıldılar. Namazdan sonra ev sahibi akşam yemeği getirdi ve mollaları sofraya buyur etti.
Sofrada ağzı kapalı üç tabak yemek vardı. Ev sahibi bunlardan ikisini birer tane mollaların önüne, diğerini de kendi önüne koydu ve “Haydi buyurun” deyince herkes önündeki tabağı açtı.
Mollalardan birinin tabağında arpa diğerinin tabağında saman vardı. Ev sahibi köylünün tabağında ise nefis bir tas kebabı bulunuyordu. Mollalar şaşırdılar, kızarıp bozardılar. Ev sahibi onların bir şey söylemesine fırsat bırakmadan durumu aydınlatmaya başladı.
Önce önünde arpa olana dönüp şöyle dedi:
“Arkadaşın senin için eşeğin biridir dedi. Bunun için sana arpa koydurdum. Çünkü bir kimseyi en iyi arkadaşı tanır. Kişiyi arkadaşından sorarlar.”
Sonra önünde saman olana döndü ve:
“Senin için de arkadaşın ‘sığırdır’ dedi. En iyi sığır yiyeceği saman olduğu için senin tabağına da saman koydurdum. Buyurun, afiyet olsun” dedi.
***
O iki mollanın düştüğü durumu düşünmek bile istemiyorum. Hele bu duruma düşmeyi hiç istemem. Kim ister ki…
Böyle desek de, zaman zaman arpa ve samanı hak ettiğimizi düşünüyorum.
İçimizdeki hasutluk duygusunun verdiği tesirle en yakınımızdaki arkadaşın arkasından karalamaktan ve onu küçük düşürmekten kendimizi alamıyoruz.
Ne kadar yakınımız olursa olsun, dostluğumuz ne kadar ileri olursa olsun, o içimizdeki hainlik bir şekilde yolunu bulup yapıyor yapacağını.
Birlikte yola çıkmak, birlikte zorlukları göğüslemek ve birlikte çalışmak bir anlam ifade etmeyebiliyor o duygu depreştiğinde.
Dolayısıyla da zaman zaman arpayı ve samanı hak edenler oluyor.
Sadece o mu?
Değil elbette.
Arpayı samanı yiyip başkalarını hayvan belleyenler de oluyor.
Arpayı samanı yediği gibi başkalarını bir şey bilmez, bir şeyden anlamaz sanıyorlar.
Böylesi kişiler kimi zaman kaşarlanmış oluyorlar. Yani önüne arpayı da koysan samanı da koysan afiyetle yiyip başka yok mu diye yalanıp dururlar.
Hem arpayı samanı yiyip hem de saman altından su yürütürler.
Ne diyelim, Allah şerlerinden korusun.