Fıtrat gereği her insan bir değildir.
Kaşı, gözü, kulağı, tipi farklı olduğu gibi fikri, zikri, bakışı, yorumu ve anlayışı da farklı farklıdır insanoğlunun.
Her ne kadar zor zamanlarda bir araya gelse de bu gerçek değişmez. Sadece bir kenara konur, ertelenir.
Kimi zaman bu erteleme hayra vesile olur ve anlaşmazlıklar unutulur gider.
Yeter ki gurur, kibir ve nefis araya girmesin.
Dünya görüşümüz, tuttuğumuz takım ve altında bulunduğumuz tabelalar farklı olabilir. Algı, tespit ve yorumlarımız da farklı olabilir.
Ama “insan” olma gibi mutlak ve ortak bir özelliğimiz var.
Bir de zaman zaman bizleri bir araya getiren ortak değerler, ortak duygu ve menfaatler vardır.
Bunlardan bir tanesi de içinde yaşadığımız toplumun ya da ilin menfaatleridir.
Memleketinin menfaatleri ve faydaları uğruna kin, düşmanlık, husumet ve ayrılıkları bir kenara koyarak bir araya gelen, elbirliği, gönül birliği ve dayanışma gösterenlere ne mutlu!
Tıpkı insanların zor zamanlarını fırsat bilmeyip ona yardıma koşanlar gibi.
Ancak bazen bu harç tutmayabiliyor.
Yani memleket menfaatleri bir araya getirmeye yetmiyor insanları. Hatta daha fazla ayrılık ve düşmanlıklara sebebiyet verebiliyor.
Kimi zaman kahramanların farklılığından, kimi zaman beklentilerin ve çıkarların farklılığından olsa gerek ortak bir zemin ve ortak bir paydada buluşmak mümkün olmuyor.
Ortak bir akıl yerine “benim kahramanım kurtaracak”, “benim reçetem deva olacak”, “benim borum ötecek” gibi asla liyakat ve basiret gözetilmeyen ama tamamen “nefis” ve “ben” kokan tavırlar yüzünden ayrılıklar katmerleşiyor.
Ne yazık ki “ben” kazanayım derken bu cedelleşme yüzünden esas kaybedenin memleket olduğunu çok yıllar sonra anlayabiliyoruz. Tıpkı önceki yıllarda olduğu gibi.
Bir bürokratı, bir siyasetçi veya vekili sevmeyebiliriz. Menfaatimize de dokunmuş olabilir. Durduğumuz yer bakımından farklı yerlerde de olabiliriz.
Ama bunlar memleket için bir araya gelmeye asla engel olmamalı.
Dahası birbirimize sahip çıkmayı, destek olmayı, kusurlarımızı kapatmayı öğrenmemiz gerekiyor.
Vurmak, kırmak, dökmek gayet kolay. Yapabilmenin ve yapıcı olmanın erdemine ulaşmamızdır zor olanı. Kabullenmek, hazmetmek, tahammül etmektir esas kazandıracak olan.
“Nasıl olsa benden değil, nasıl olsa ben seçmedim” gibi gerekçelerle temsil ve hizmet makamında olanların başarısızlıklarını istemek hatta bu uğurda çaba göstermek, hasbelkader bir aksilik yaşadıklarında da mal bulmuş mağribi gibi üzerilerine çullanmak sadece hırsımıza ve nefsimize hizmet ettirir.
Oysa herkesi kazanmak mümkün. Herkesi anlamak, herkesle anlaşmak ve bir araya gelmek mümkün. Her konuda olmasa bile bu mümkün.
Zira herkesin faydalı olabilecek bir yönü vardır.
Tabi zararlı olabilecek yönleri de…
Bunları bulup değerlendirmek bize bağlı.
Falan siyasi başarısız olursa ben öne çıkarım, filan bürokrat başarısız olursa ben yerine gelirim, feşmekân kişi yetersiz görünürse ben haklı çıkarım gibi beklentiler zararlı hayaller ve beklentilerdir.
Bunlar araya duvar örmektir hep. Ayrılıkları körükleyen, kin ve düşmanlıkları besleyen ateştir.
Çünkü “insanlar köprü kuracakları yerde duvar ördükleri için yalnız kalırlar.”
İnsanlar yalnız kaldıkça memleket de yalnız kalır.
Sahipsiz, öyle orta yerde kalır.
Ne dersiniz?