“Yaşlanmak bir dağa çıkmak gibidir” diyor Bergman. Sonra da devam ediyor: “Çıktıkça yorgunluğunuz artar, nefesiniz daralır. Ama görüş açınız genişler.”
Atılan her adımda nefes alıp vermemiz güçleşse de, geriye dönüp baktığımızda, arkada gördüğümüz manzaranın açısının gittikçe genişlediğini, dağın eteklerinde iken göremediğimiz şeyleri görmeye başlarız.
O zaman bizim gördüklerimizi başkalarının da görmesini isteriz. Daralan nefesimizin yettiğince anlatmaya çalışırız geriden gelenlere. Onların bulundukları konumdan göremediğini tarif etmeye çalışırız. Sizin tükettiğiniz nefesi onlar tüketmeden anlamalarını istersiniz.
Oysa onlar, yani henüz dağa yeni çıkmaya başlamış veya dağın eteklerinde olanlar sizi kayıtsızca dinlerler. Çünkü sizin anlattıklarınız görünmüyordur onlara. Onlar için geçerli olan kendi gördükleridir.
Onların daha çok nefes tüketmesi gerekmektedir; sizin gördüklerinizi görmeleri için.
Dağın etekleri yeşil, havası serin olur. Hele birazcık da aşağıları görmeye başlamışsa büyüler insanı, alır götürür hayaller diyarına. Gittikçe dikleşen, dikleştikçe üşüten, üşüttükçe nefesi tüketen öteleri bilmezler, bilemezler onlar.
Onlar dağı hep bulundukları yer gibi sanacak, ilerledikçe yorgunluğun artacağını sonradan anlayacaklar. Senin gördüklerini görebilmeleri için daha çok nefes tüketmeleri gerekecektir.
Üşüten zaman yeli henüz vurmamıştır alınlarına çünkü.
Siz istediğiniz kadar tarif etmeye çalışın, onlar anlamayacaktır. Ya da anlar gibi görünecektir.
“Gençler bilebilseler, yaşlılar yapabilseler” diye bir sözü de bilirim eskiden beri. O zamanlar; yani ilk duyduğum zamanlarda ben de henüz dağın eteklerindeydim ve sadece güzel bir söz olarak bellemiştim.
Oysa şimdi?
İleriye doğru attığım her adımda tüm gerçekliği ile yaşıyorum. Bakış açım genişlese de yorgunluğum artıyor... Nefesim daralıyor...
Nedense yaşlılık ya da ihtiyarlık denince 60’lı, 70’li yaşların ötesi akla gelir. Ve dağa yeni tırmanmaya başlayanlar için gelmeyecek, gelse bile gelmesi çook çok zaman alacak sanılır.
Halbuki yanı başındadır. Gözünü açıp kendisini görmeni bekliyor. Gözünü kapatıp açtığında o gelmeyecek dediği şeylerin geldiğini (nasibi varsa eğer) bilse, açmaz gözlerini ve sıkı sıkıya kapatır gözkapaklarını. Açılmasın diye ucuna da dünyayı bağlar.
Aslında bulunulan her yaş, bir geridekine göre yaşlıdır. 20’sinde olan 15’inde olana göre; 30’unda olan 20’sinde olana göre; 40’ında olan 30’unda olana göre… yaşlıdır. Ama anlayabilene.
Tıpkı dağın eteklerinde bulunanın yeni çıkmaya başlayana göre; daha yukarıdakilerin dağın eteklerinde bulunana göre bakış açılarının farklı olması gibi.
Yukarılar soğuk, yukarılar üşütüyor… Yukarılarda yorgunluk artıyor, yukarılarda nefes daralıyor…
Boşuna, değil mi?
Bulunduğumuz yerdeki bakış açımızı, oradan gördüklerimizi aşağıdakilere anlatmak faydasız, değil mi?
Çünkü biz de orada iken birileri bize anlatmaya çalışmıştı. Biz de kulak asmamıştık onlara.
Dedim ya, gençler bilebilseler, yaşlılar yapabilseler...