Zamane padişahlarından birinin zamanında, Laleli Sultan isminde bir zat yaşarmış. Padişahın huzuruna çıkar, bir istekte bulunacaktır; padişah ne istediğini sorar, padişahın gururunu test etmek istemektedir:
“Padişahım” der, “sizden şunu istiyorum, sarayınızda def-i hacet yapmak hâsıl oldu müsaade eder misiniz?” der.
Padişah buna çok kızar. “Terbiyesiz, hemen zindana atın” der.
Allah aşkı için padişahı imtihan etmek istediğinden bu durum Allah’ın hoşuna gitmez. Padişaha müthiş bir maraz verir. Sabahlara kadar karın ağrısından, gaz sancısından rahat edemez. Doktorlar bir çare bulamaz. Sonunda aklına laleli sultan gelir. Durumu arz eder. Laleli Sultan iyileşebileceğini ama kendisinden yine bir istekte bulunacağını söyler:
“Ben sizin padişah makamınızı istiyorum” der.
Padişah acılar içinde kıvranmaktadır, zoraki razı olur. Bir tedavi ile iyileşir padişah. Sonunda kendisi için zor olan makamını verecektir ama Laleli Sultan öyle bir ders verir ki;
“Padişahım” der, “padişahlığınızı def-i hacete değişmeye razı oldunuz, o makamı artık istemem.”
Padişah dersini almıştır artık…
*
Padişahın gerçekten ders alıp almadığını bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz şu var ki, bir def-i hacet kadar değer ve önemi olmayan makamlara kimi insanların verdiği değer hala değişmemiş.
Padişahlık derken; anladığınız padişahlık elbette çok eskilerde kaldı. Lakin adı “padişahlık” olmasa da “tadı” ve “irtifası” hala devam ediyor.
Yıllar geçmiş olabilir. Dünyada birçok şey değişmiş de olabilir. Ama makama duyulan aşk(!) ve sevda(!) değişmemiş.
Uğruna nice canların feda edildiği, nice değerlerin ayaklar altına alındığı, nice fırıldaklıkların döndüğü “makam aşkı” hep capcanlı duruyor.
İnsana ve memlekete hizmet için “araç” olması gereken makamların “amaç” haline gelmesi dünyaya bağlılığın verdiği hırsın sonucudur.
Gözler kararı, vicdanlar daralır. Adeta akıl tutulması yaşanır.
Konuşmalarda her ne kadar “Vatan, Millet, Sakarya” teması işlenerek halk ikna edilmek istense de, gerçekte bunlardan “akraba, eş, dost ve avane”lerin kastedildiği aşikârdır.
Öykümüzdeki padişahın bile def-i hacete değiştiği makam denen illet bizde maalesef dünya hayatına bedel bir karşılıktır.
“Hak, adalet, helal, liyakat ve ehliyet…” gibi kavramlar umursanmadan dağıtılan, kapışılmaya çalışılan paye ve makamlar…
Sonuçta araç olması gereken şey amaç olduğunda ne hizmetten söz edilebiliyor ne de az önce sıraladığım kavramlardan.
Kimin umurunda?
Veya birilerinin umurunda olmalı mı?
Olacaksa kimlerin umurunda olmalı?
O halde bu noktadan bakıldığında, insanları “umurunda olanlar” ve “umurunda olmayanlar” diye ikiye ayırabilir miyiz?
Şaka bir yana, bu düzen neredeyse insanlık tarihi ile paralellik arzeden bir durum.
Makamları hizmet için vesile kılanlara eyvallah. Ama aksini amaçlayanlara da bir şekilde “dur” demek lazım.
“Dur” dendiğinde dururlar mı bilmiyorum, bunun için “dur” demenin şiddeti ve metodu önemli mi, onu da bilmiyorum.
Bildiğim şey, kimileri böyle konuları dile getirir, köşelerinde yazar, kimileri de malı götürür…