Hepimizin içinde ukde, gönlünde yatan aslandır, gelişmek.
Özellikle de memleket söz konusu olduğunda “gelişmişlik” mutlak bir ölçü, siyasiler için kesin bir mukayesedir.
Önceki ile sonraki, öncesi ile sonrası arasında yapılan mukayeseler mevcudun değerini veya hizmet performansını göstermesi bakımından bizim için her zaman bir değerlendirme kıstası olmuştur.
Her dönem bir “gelişmişlik” hayali ile seçeriz, seçiliriz. Sözler verir, hedef gösteririz. Çabalar, didinir ve bu uğurda cansiperane bir mücadele veririz.
Bu arada birbirimiz yemeyi de ihmal etmeyiz. Bu hizmet aşkı(!) yüzünden bölündüğümüz, parçalandığımız, birbirimize hasım olduğumuz akla bile gelmez.
Bütün bunları ne için yaparız?
“Gelişmişlik” için. Yani memleketin gelişmesi, insanların refah düzeyine ulaşması için…
Bu arada birçok şeyi ihmal ettiğimizin farkına bile varmayız. Hoş, varsak da önemli değildir. Belki de bu sürecin normal zayiatı olarak görürüz.
Esas zayi olanın bizler olduğunu, bizden sonra gelen nesiller olduğunu söyleseler de inanmayız.
Oysa gelişmişliğin ölçüsü her zaman için kişi başına düşen yıllık gelir, çağdaşlık veya sahip olunan araba, ev vs. olmayabiliyor.
Bunlardan önce olması gerekenlerin, olmazsa olmazların bilinmesi gerekiyor evvela. Temel taşların, yapı harcının neler olduğunu idrak etmek gerekiyor.
Kimi zaman “az gelişmiş” toplumların, “çağdaş” olamamış insanların diğerlerine vereceği o kadar ders, o kadar ibret var ki; ancak nasibi olanlar alabiliyor ne yazık ki.
İşte bunun en güzel örneklerinden biri:
Afrika'da çalışan bir Antropolog, bir kabilenin çocuklarına bir oyun oynamayı önerir. Ağacın altına koyduğu meyvelere ilk ulaşanın ödülü o meyveleri yemek olacaktır.
Onlara "hadi, şimdi başlayın birinci olan ödülü alacak" der.
O anda bütün çocuklar el ele tutuşur, koşup ağacın altına beraber varırlar ve hep beraber meyveleri yemeye başlarlar.
Antropolog neden böyle yaptıklarını sorduğunda şu yanıtı verirler;
“Bu UBUNTU'dur. Nasıl olurda diğerleri mutsuz iken birimiz o ödülü yiyebilir ki?”
Ve UBUNTU'nun anlamını açıklarlar, onların dilinde UBUNTU "Ben biz olduğumuz için ben'im" demekmiş!”
Onlardan fersah fersah ileride olmamız rağmen, bize verdikleri muhteşem bir ders.
Oysa onlar çok zor şartlarda yaşıyorlar. Açlıktan, sefaletten, susuzluktan kıran düşmüş ülkelerine. Kendilerine gönderilen “demokrasi” henüz tamamlanmadığı için perişan bir haldeler. Buna rağmen “biz” diyebiliyorlar.
Allah’a çok şükür, onlardan bu anlamda çok çok iyiyiz.
Buna rağmen hâlâ "Ben biz olduğumuz için ben'im" anlayışı hâkim değilse aramızda, ne diye başka yerlerde aranırız ki?
Ne diye şikayet eder, birilerini suçlarız ki?
Öyle bir dümen suyuna kapılmışız ki; gelişmişlik yolunda hızla(!) ilerlerken düşürdüğümüz, yitirdiğimiz şeyler umurumuzda olmadığı gibi sonradan nerede bulacağımızı da hafızalarımızdan silmişiz.