Başlığa bakarak sosyolojik bir yazı okuyacağınızı düşünüyorsanız yanılırsınız.
Bu yazı ne sosyolojik, ne biyolojik ne de antropolojik bir yazı.
Ama hem sosyolojik, hem biyolojik hem de antropolojik bir yazı.
Nasıl mı?
Anlatayım.
Konumuz insan. Kabul ederseniz ben de bir insanım.
Tabi sizler de öylesiniz.
Ama bazıları var ki, onları henüz bir kategoriye sığdıramadım.
Sığmadılar işte.
Aşağı yukarı her yaratıktan bir özellik taşısalar da insana dair bir bulguya rastlayamadım.
Belki de vardır.
Ama bu duyguları bastırılmış olmalı ki, olmayan beyinlerinin ta derinliklerinde bir yerde kalakalmış ve ortaya çıkabilecek bir yol bulamamış olmalı.
Belki de nasip meselesi.
Aslında bunlara suç bulmamak gerekir.
Acımak, onlar adına ve onlar içinde olduğu için toplum adına üzülmek lazım.
Sonra da kime bela bulaştıracaklar diye beklemek lazım.
Beklemek lazım diyorum.
Çünkü bunları ne ıslah ne de itlaf edecek bir yasamız, bir kanunumuz, bir müeyyidemiz var.
Ta ki bir yerlere şerlerini sürene kadar.
O zaman bazı yasalar devreye girer. Ama sadece devreye girer.
Ne ıslah eder, ne de itlaf eder.
Zira sonuç alınması için devrenin tamamlanması gerekir.
Ama bir şeyler araya girer ve devrenin tamamlanmasını engeller.
Neler mi araya girer?
Onu da anlatayım.
Kimi zaman para girer, mal mülk girer. Çünkü bunlar güçtür.
Ahlaklı, efendi, terbiyeli, dürüst, saygın ve insan olduğu için değil. Sırf paralı olduğu için birileri güçlüdür. Çünkü paranın açmayacağı kapı hemen hemen yok gibidir.
Paranın yasası çoğu zaman bütün yasalara baskın çıkar. Hak, hukuk, adalet hak getire…
Kimi zaman da başka güçler girer araya.
Sopa girer, silah girer, şer ve kavga, dövüş girer araya ve devrenin tamamlanmasını engeller.
İnsan olduğu için değil, terbiyeli, vicdanlı, efendi, anlayışlı ve izanlı olduğu için de değil; eli sopalı, beli silahlı olduğu için başka yasalara baskın çıkar.
Can acıtanın canı acıtılmadıkça, zarar veren zarara uğratılmadıkça bu böyle sürer gider.
Sözümün herkese olmadığını anlamışsınızdır. Bilmeden yapanlara ya da bilerek yapsa dahi pişman olup vazgeçenlere olmadığını da anlamışsınızdır.
Sözüm bu işi meslek edinenlere.
Sözüm bu yollarla etrafına hükmetmeye, kendisini saydırtmaya ve kendi borusunu öttürmek isteyenlere elbette.
İşin acı tarafı, işin acınacak ve üzülecek tarafı ne biliyor musunuz?
Bunları ne ıslah ne de itlaf edecek hiçbir şeyimiz yok. Varsa kullanacak gücümüz yok.
Yaptığımız tek şey homurdanmak. Hem de sadece kendimiz duyabilecek şekilde homurdanmak.
Biz homurdanmaya, onlar da hükmetmeye ve borularını öttürmeye devam edecekler.
Kimlerden mi bahsediyorum?
Hadi canım, şaka yapmayın. Gayet iyi biliyorsunuz kimlerden bahsettiğimi.
İnsanlıktan nasibini almadığı halde insanım diye gezinen, etrafa caka satan, herkesi eyvallah dedirten, ellerindeki güçle ya da başka yaratıklara mahsus özellikleri ile saygın olduğunu, var olduğunu sananlardan bahsediyorum.
Anlamadınız mı?
O zaman gözünüzü iyi açarak şöyle etrafınıza bakın bakalım.
Ya bir tanıdığınız, ya mahalleliniz, ya köylünüz ya da komşunuzdur.
Değilse bile bir şekilde “gücünü” hissetmişsinizdir.
Tabi “güç” derken sadece yukarıda saydıklarımdan ibaret sanmayın. Sizin de bildiğiniz daha başka güçler de var tabi. Ama ben en belirgin olanlarından örnekler verdim. Gerisini siz tamamlarsınız artık.
İşte bunlar ıslah veya itlaf edilmediği müddetçe;
Ne toplumsal güven tamamlanır, ne toplumda güven oluşur, ne de topluma güven sağlanır.
Çünkü bunlar devrenin tamamlanmasını engelleyen en önemli faktörlerden biridir.
Yoksa yanılıyor muyum?
Olabilir. Bu yazdıklarım bir hayal ürünü de olabilir.
Eğer öyle ise bunlar neden hala varlıklarını sürdürüyorlar?
Eğer öyle ise bunlar cesaretlerini nereden alıyorlar?