Size sesleniyorum!
Ey sizler, sakın konuşmayın ve susun…
Öyle susun ki, suskunluğunuzda ölümün acı sessizliği okunsun…
Biliyorum, bir şeyler söylemek istiyorsunuz.
Boğazınızda düğümleniyor yüreğinizden gelen duygular, diliniz dolanıyor konuşamıyorsunuz.
Gözlerinizde saklamaya çalıştığınız duygularınızın ürkekliği utanca dönüşürken, öne eğdiğiniz başınızı kaldırmaya gücünüz yetmiyor.
Biliyorum… Görüyorum… En azından tahmin ediyorum…
Ama susun lütfen!
Susun… Susun!
Tutun dilinizi… Kapatın çenenizi… Susun…
Bakışlarınız toprağı delse de başınızı kaldırmayın eğdiğiniz yerden ve susun…
Siz de biliyorsunuz, “çakal” sadece bir köprü adı değil Adıyaman’da.
Ey sizler susun…
Ne olur konuşmayın, konuşmaya da çalışmayın. Ağzınızdan dökülecek kelimeler varsın içinizde kalsın.
Sizlere yönelmiş derin ve ölümüne anlamlar yüklü bakışları görmemek için gözlerinizi de kapatın ve susun…
Ey sizler!
Bu güne değin konuştunuz da ne oldu sanki?
Hangi yaraya merhem, hangi yaralı gönüle teselli oldunuz?
Bari şimdi susun…
Ey sizler,
Bulunduğu yere güvenerek sahip olduklarından cesaret alanlar…
Kendini dünyanın merkezinde sananlar…
Tafra atanlar, korku salanlar, kuvvet gösterisinde bulunanlar, çok bilmişler, susun şimdi.
Arsızlığınız, duyarsız ve aymazlığınızın eseridir çakal köprüsünün çakallığına kurban gidenler.
Ey sizler, biliyor musunuz, “çakal” sadece bir köprü adı değilmiş Adıyaman’da.
Ne olur susun, sadece susun…
Yüzlerce, binlerce yaralı gönlün, hınç ve öfke dolu yüreğin sizlere söylemek, size haykırmak istediklerinin hepsini toplayıp bir kelimeye yükleyerek sesleniyorum:
Susun!