Bir gün bir dağ, güneşle birlikte güne uyandı. Rüzgârın esintisiyle ağaçlarının dallarını sallaya sallaya esneyerek gerindi. Güneş pırıl pırıl ufukta tam karşısından doğuyor, onunla arasında masmavi bir deniz çarşaf gibi günü karşılıyordu.
Dedi ki, "Ben ne güzel bir yerdeyim, önüm masmavi bir deniz ve her gün güneş bana gülümseyerek gün başlıyor."
Gökyüzünde küme küme bulutlar pamuk yığınlarını andırıyordu.
Martılar çoktan uyanmış gökyüzünde dans ediyorlardı. O sırada dağ bir de baktı ki, eteklerinde bir minicik fare denize doğru yürüyor.
"İiiihhh, bu da ne? Bu küçük fare benim manzaramı şimdi neden bozuyor?"
Onun oradan bir an önce gitmesini istedi ve şöyle bir titredi.
Tepeden aşağıya doğru bir kaç taş, hızla yuvarlanmaya başladı. Fare, sesi duyunca hemen bir yüksek kayanın üstüne sıçradı ve oraya yerleşti. Düşen taşlarda ona hiç bir zarar vermedi. Farecik de başladı denizin güzelliğini seyretmeye...
Ara ara atlayan zıplayan balıklar denizin duruluğunda küçük halkalar oluşturuyordu.
Deniz, dağın sıkıntısını anladı ve dağa seslendi:
"Neden böyle bir günde bir küçük fare için mutsuzluk oyununa başlıyorsun ki? Bak ben dümdüzken balıklar da benim duruluğumu bozuyorlar. Ben onlara kızıyor muyum? Biliyorum ki onlar bensiz ben onlarsız olamayız. Sen de seninle birlikte yaşamak zorunda olanlara kollarını açmalısın. Güneş hiç bulutlara bozuluyor mu? Benim ışınlarımı engelliyorlar diye kızıyor mu?
Kabul et gerçeği, her şey bir şeylerle bütün aslında. Fark ve güzellik de burada. Bu sayede her gün ayrı bir şey öğretiyor bize; her gün ayrı bir ders veriyor. Sen iyisi mi sadece seyret, sus ve dinle."
Dağ denize sordu:
"Seyret, sus ve dinle? O da ne demek?"
Deniz, "Bak... Seyrettiğinde güzellikleri göreceksin...
Sustuğunda kendinden başkalarının söylediklerini duyabileceksin...
Dinlediğindeyse onlardan öğrendiklerini uygulama fırsatı bulabileceksin..."
***
Birlikte yaşamak zorunda olduğumuz insanlar açısından baktığımızda, biz de onlar için birlikte yaşamak zorunda oldukları insanlarız hâlbuki.
Yani birlikte yaşamak, hem de huzur ve barış içerisinde yaşamak tek taraflı fedakârlık ve tahammülle mümkün değildir. Bilmemiz gereken en önemli şey, “ben ne kadar tahammül ediyorsam o da o kadar tahammül ediyordur” gerçeğidir.
Bu gerçek unutulmadığı müddetçe karşılıklı sevgi, saygı ve hoşgörü de var olacaktır.
Zira tek taraflı olan tahammülün sınırı çift taraflı tahammülün sınırlarından çok daha küçüktür. Bu sınır hep birlikte büyütülür ve hep birlikte korunur.
Bunu sağladığımız taktirde etrafımızdaki güzellikleri görme, hissetme ve yaşama payımızı da artacaktır.
Bunu sağladığımızda, kendimizden başkalarının da söylediklerini duyma imkânımız olacaktır.
Ve bunu sağladığımızda, birbirimizden öğrendiklerimizi uygulama fırsatı bulabileceğiz