Bir Aralık günü yaklaşıyor.
Yani Adıyaman’ın il oluş tarihinin yıldönümü gelmek üzere.
Mesajlar, sathi değerlendirmeler, belki biraz da kutlamalar derken günü kurtaracağız.
Sonra gelsin yeni Bir Aralıklar…
Genellikle de “Dün-bugün-yarın” üçlemesi üzerine fikirler beyan edilecek.
Beyan edeceklerin durdukları yere göre de beyanlarının içeriği belli olacak.
Kimi “ah-vah” edecek, kimi methiyeler okuyacak, kimi de idareimaslahat gereği dengeler kurmaya çalışacak.
Turizmden bahsedecekler, ilin ekonomik gelişmişliğinden ve şehirleşmeden söz edecekler.
Herkes bu ilin bir yerinden tutacak yani.
Kimi uzmanlığı gereği konuşacak, kimi dert edindiği için, kimi de birilerini hedefe koymak için konuşacak.
Belki de körlerin fili tarif etmesine benzeyecek söylenecekler.
Bir de Adıyaman il olurken çaba gösterenleri hayırla yâd edecekler.
Ama kimse bu arada geçen zaman diliminde yaşamış ve bu memlekete destansı hizmetler yapmış kahramanlardan bahsetmeyecek/bahsedemeyecek.
1954-2011…
57 Yıl…
Koskoca 57 Yıllık geçmişi olan il oluş macerasında kaç kahramanımız oldu bilmiyorum.
Ya da bu memlekette kahraman olmak için neler yapması gerek, onu da bilmiyorum.
Birileri saymaya kalkarsa 10 tane kahraman bulabilecek mi acaba?
Hatta 5 tane de olsa olur…
Bir şey merak ediyorum.
Bu sene söylenecekler ile geçmişte söylenmişler arasında kaç cümle farklı olacak acaba?
Ya da ikisini bir araya getirip “bu ikisi arasındaki 7 farkı bulun” deseler, ortaya farklı şeyler çıkabilecek mi?
Birileri belki habire ezber tekrar edecek. Aynı nakaratlar olacak yani.
Birileri yeni şeylerden bahsedecekler belki. Dün ile bugün arasında kıyaslanabilecek yeni şeyler…
Hangisi doğru, hangisi yanlış sizler karar vereceksiniz, her yıl olduğu gibi…
Ama bazı şeylerden asla bahsetmeyecekler, tıpkı önceki yıllarda bahsedilmediği gibi.
Kültürümüzden mesela.
Sanatımızdan… Sosyal yapımızın durumundan… İç dinamiklerimizden…
Bir de bu şehri sahiplenmemişliğimizden; aidiyet duygumuzdan yani.
Oysa birçok şeyin çözümü burada yatar.
Haksızlık etmiş olmayayım.
Klasik şeylerin dışına çıkanlar olmuştur elbette.
Sorun ortaya koyarken de, çözüm sunarken de…
O kadar.
Ötesine gidilememiş bir türlü.
Gidilemediği içindir ki, her yıl aynı nakaratları dinlemek zorunda kalıyoruz.
Gidilemediği içindir ki, her yıl birilerini darağacına yolluyoruz.
“Adam sen de!”cilik ile “adamcılık” arasında gidip geldiğimiz için belki “adam gibi” olamadık.
Dükkânın içi darmadağınık iken vitrinle uğraştığımız için belki hep aynı yerde dönüp duruyoruz.
Bir de idareimaslahat, yani günü kurtarma anlayışındandır belki bunca feveranlar.
Yoksa yanılıyor muyum?
Umarım…