Yeni yerler, yeni şehirler görmenin, oraları gezip yeni şeyler öğrenmenin böylesi olumsuz yanları olduğunu düşünmemiştim.
Yıllarca düşünsem aklıma gelmezdi.
Hâlbuki yeni yerleri gezip görmenin insana katacağı çok faydalı yönlerinin olduğunu söylemiş, öğretmişlerdi bize.
Öyle değilmiş.
Mesela, başka illerde yapılan yol çalışmalarını görüyorsun. Tertemiz, gayet düzgün ve göz açıp kapayıncaya kadar biten yol çalışmaları.
Alt yapı çalışmalarını görüyorsun mesela. Doğal gaz, alt yapı, elektrik vs. Vatandaşın daha ne olduğunu anlamadan ve bir çırpıda biten çalışmaları görüyorsun.
Sonra kalkıp memleketine geliyorsun.
Uyarmadan, duyurulmadan bir gün aniden başlayıp ne zaman biteceği bilinmeyen kazı çalışmalarını görüyorsun.
İnsanların, araçların perişan olduğu bir ortam…
Ondan sonra da mukayese ediyorsun gidip gördüğün şehir ile gelip yaşadığın/yaşamak zorunda olduğun şehri.
İçinde kabaran öfke seli dilinin ucuna kadar geliyor kelimelere dönüşmek için ama son anda çektiğin bir “La havle…” kurtarıyor seni sövmelere karşı. O an diline hâkim olsan da beynine, aklına hâkim olman zaman alıyor. Çünkü bir sokak ötede, bir cadde sonra yine aynı manzara ile karşı karşıyasın.
Yaya isen bir dert, araçlı isen ayrı bir dert.
Başka illerde trafiğin en az ve yaşam hareketliliğin en düşük olduğu saatlerde, yani gece yapıldığını gördüm. Bizde ise mesai saatlerinde… Her şeyin en hareketli ve yoğun olduğu saatlerde yapılır. Başka yerlerde sabah uyanan vatandaşlar işlerin çoğunun bittiğini görür. Biz de ise iş makineleri, kazma kürek sesleri ile birlikte uyanır.
Başka yerlerde işleri bir an önce bitirmek için birkaç vardiya ile çalışılır. Bizde ise iş var diye çalışılır.
Dedim ya seyahat etmek, başka yerleri gezip görmek her zaman iyi sonuçlar vermiyor. Bazen kendi memleketinden, kendi insanından nefret etmene sebep olabiliyor.
Kimin umurunda?
Kan Emiciler
Gün olmuyor ki alacak-verecek meselesi yüzünden çıkan bir olay duymayalım. Ya birileri yaralanır ya da can kaybı yaşanır bu alacak-verecek meselesi yüzünden çıkan kavgalarda.
Bu nasıl alacak verecek meselesi anlayamadım doğrusu.
Ne tür bir alacak verecek ki, insan hayatına kastettiriyor, nasıl bir alacak verecek meselesi ki, gözleri kan bürüyor?
Ya hastanede, ya mezarda ya da karakolda biten bu alacak vereceklerde konuşmanın, uyuşmanın ve anlaşmanın yolları deneniyor mu acaba? Yoksa çözüm doğrudan silahlara mı havale ediliyor?
Rakamlar çok çok büyük olmalı. Ya da insanlıktan çıkmış olmalı ki canlara kastediliyor.
Hiçbir rakam insan hayatına kastedecek kadar büyük olmasa da kana susamışlar için yetiyor olmalı.
Yoksa bu bizim bildiğimiz ve en hafif tarifi ile “kan emiciler” olan tefecilerin kavgası mı?
Yani bir adı da “bedelci” olan “tefeci”lerin alacak vereceği mi yoksa?
Hani kanun tanımayan, onları sınırlayacak, zapt edecek kanunların da olmadığı; namus, haysiyet, iman ve insanlıktan nasibi olmayanların mesleği olan tefecilik yani. Başka izahı da yok gibi.
Az önce de dedim ya; kimin umurunda?
Önemli olan birilerinin saltanatının bekası. Önemli olan birilerinin düzenlerinin bozulmaması.
Gerisi lafügüzaf.