Maymun yakalamak için kullanılan bir çeşit tuzak vardır.
Bir Hindistan cevizi oyulur ve iple bir ağaca veya yerdeki bir kazığa bağlanır. Hindistan cevizinin altına ince bir yarık açılır ve oradan içine tatlı bir yiyecek konur. Bu yarık sadece maymunun elini açıkken sokacağı kadar büyüklüktedir, yumruk yaptığında elini dışarı çıkaramaz.
Maymun tatlının kokusunu alır ve yiyeceği kavrar, ama yiyecek elindeyken
elini dışarı çıkartması olanaksızdır. Sıkıca yumruk yapılmış el, bu yarıktan dışarı çıkamaz. Avcılar geldiğinde maymun çılgına döner ama kaçamaz. Aslında maymunu tutsak eden bir şey yoktur. Onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmiştir.
Yapması gereken tek şey elini açıp yiyeceği bırakmaktır. Ama zihninde açgözlülüğü o kadar güçlüdür ki bu tuzaktan kurtulan maymun çok nadir görülür.
*
“Bizi tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey, arzularımız ve zihnimizde onlara bağımlı oluşumuzdur. Tüm yapmamız gereken, elimizi açıp benliğimizi ve bağımlı olduğumuz şeyleri serbest bırakmak ve dolayısıyla özgür olmaktır.”
Aksi halde içine düştüğümüz tuzakta kurtulamadığımız arzu ve tutkularımızla birlikte kıvranıp dururuz.
Dahası eşyalara, olaylara ve insana bakış açımızı buna göre şekillendirir, değer yargılarımızı da bu eksen üzerinden oluştururuz.
Elimizle tuttuğumuz, tuttuğumuzu sandığımız her ne ise, ona sahip olmak için adeta kulağımız sağırlaşır, gözümüz kararır ve vicdanımız sararır.
Maymun tuttuğu yiyeceği yarıktan çıkarmak uğruna sadece kendi canını tehlikeye atmış oluyor.
Ama biz, “hedefe ulaşmak için her yol mubahtır” misali, arzumuza ulaşmak ve tutkumuzun emrini yerine getirmek için insanları karalamaktan, iftira atmaktan, hatta aşağılayıp kötülemekten çekinmeyiz.
Bunu yaparken de ne yazık ki doğruluk adına, memleket ve hizmet adına yaparız.
Bu anlamda arzumuz gerçekleşene kadar, çıkarımıza ulaşana ve hesabımızı tutturana kadar inadımızdan ve ısrarımızdan asla taviz vermeyiz.
Kimi zaman yalan-dolan, kimi zaman aldatıp kandırmaca, kimi zaman da hedef saptırma taktikleri arasında gidip gelirken sadece kendimize değil; insanlara ve topluma verdiğimiz tahribatın farkına bile varmayız.
Maymun iştahı dedikleri bu olsa gerek.
Hedefe kilitlenmişiz bir kere!
Hem de aklımız kilitlenmiştir, feraset ve basiretimiz bağlanmış, beynimiz dumura uğramıştır.
Dolayısıyla ne nasihat fayda verir ne de uyarılar.
“Maymun iştahlı” deyiminin en güzel örneklerini sunarken, doymak bilmeyen iştahı ile tutkularının ve saplantılarının esiri olmuş vaziyette saldırganlaşırız.
Allah ayıklık versin. Böyleleri yüzünden niceleri töhmet altında kalmış, hizmet şevki kırılmış ve meydanı birilerine bırakmak zorunda kalmıştır.
İşte bunları aştığımız veya böylesi insanlara prim vermediğimiz zaman memleketimiz adına epey mesafe kat etmişiz demektir.
Esas bağlanması gereken şeyin taşlar değil de köpekler olduğunu izan ettiğimiz kadar pratiğini de yaparsak; köpekleri bağlayamıyorsak dahi en azından taşları da salıvererek bu işe bir denge sağlayabiliriz.
Aksi halde sorunun kendisinde olduğunu anlayamayan insanlar, çözümü başkalarının huzurunu bozarak aramaya devam ederler.
Kim mi bunlar?
Haklısınız bunca sözden sonra isim vermesek, birilerini işmar etmesek olmaz. Yoksa havada kalır söylediklerimiz.
İlla adres verilmeli, illa parmaklar birini göstermeli.
O birileri belli olmalı ki kalan diğerleri rahat nefes almalı.
Yok efendim; isim yok, işaret ve işmar da yok.
Neden mi? Henüz taşlar salıverilmedi, üstelik hâlâ köpekler de serbestçe geziyor…
Son söz olarak Hz. Mevlana’ya kulak verelim: “İnsanı ateş değil, kendi gafleti yakar; Herkeste kusur görür, kendisine kör bakar. Neye nasıl bakarsan, o da sana öyle bakar..!”