Nasrettin Hoca bir gün samanlıkta eşeğinin semerini tamir etmek üzere eline iğneyi alır ve semeri dikmeye başlar.
Derken iğne elinden düşer.
Tabi ahır karanlık ve iğneyi bulmak çok güç…
Ahırın dışına çıkar ve iğneyi sokakta armaya başlar. Hoca’yı görüp de merak edenler de katılır iğneyi arama kervanına. Derken bütün mahalleli de katılır arama çalışmalarına.
Epey zaman geçmesine rağmen iğne bulunamamıştır ama mahalleliler de bulmayı gurur meselesi yapmıştır. Öyle ya, ne demek, aranan yer alt tarafı küçük bir sokak değil mi, bunca mahalleli nasıl olur da iğneyi bulamaz?
Bir yandan da söylenmeler başlamıştır.
Durumun farkında olan hoca, onları teşvik etmek için aramada onlara önderlik eder ve güya iğneyi bulmak için oraya buraya sürekli bakar.
Bir hayli zaman geçtikten sonra mahalleliden birinin aklına hocaya şunu sormak gelir:
“Hocam sen tam olarak iğneyi nerede düşürmüştün?
Hoca vereceği derse hazırlanan bir eda ile: “İğneyi ahırda düşürdüm.” deyince köylünün gözü fal taşı gibi açılır biraz da kızgınlıkla “Bre hoca, ahırda kaybettiğin iğneyi bize niye sokakta aratırsın?
Hoca gayet sakin “Niyetim kötü değildi ama orası karanlıktı burası aydınlık”
Hocamız elbette art niyetli ve ahmak değildi. Ahırda samanlıklar arasında kaybolan iğnenin sokakta aranmayacağını herkesten iyi bilirdi.
Samanlıkta kaybolan iğneden dolayı hocanın aklına parlak bir fikir gelmiş ve buradan hareketle insanlara ders vermek istemiştir.
Meselenin çözümünün yanlış yerde aranmakla bulunamayacağını ibretli bir şekilde öğretmek istemişti.
O an orada bulunan mahallelinin olaydan gerekli dersi çıkarıp çıkarmadıklarını bilmiyorum. Yani, bir mesele veya bir sıkıntı varsa bunu kaynağında, mahallinde halledip çözmek gerektiğini öğrenmişler mi, hikâyede anlatılmıyor.
Ama kuvvetle muhtemeldir ki, orada bulunanların büyük çoğunluğu verilmek istenen mesajı alamamış olmalı.
Zira aradan asırlar geçmiş olmasına rağmen insanlar hâlâ birçok konuda meselelerin çözümünü alakası olmayan yerlerde veya kişilerde aramaya devam ediyorlar.
Sen başı ağrıyana ayak ilacı verirsen, midesinden şikâyeti olana kalp ilacı verirsen, parmağı kırılanın boynunu alçıya alırsan şifa vermek, iyileştirmek yerine hastalığı daha da müzminleştirir ve telafisi imkânsız sonuçlara varabilirsin.
Ne yazık ki genelde bu işimize veya kolayımıza gelir.
Ya fincancı katırlarını ürkütmekten korktuğumuzdan, ya muhtemel bir çıkarı düşündüğümüzden ya da ince hesaplar sebebi ile böyle davranmışızdır.
Hiç biri değilse bile çözüm ve sonuç odaklı düşünmediğimizden kaynaklanmıştır.
Mesela, gittikçe yaklaşan seçimin oluşturduğu ve gün geçtikçe de kesifleşen ortamı gördükçe hocamızı bir kez daha rahmetle anıyorum.
Eminim, şimdi siz de öyle yapıyorsunuzdur.