Öğretmenlik mesleğini teferruatlı bir şekilde anlatmama gerek var mı bilmiyorum.
Kahir ekseriyetimizin bir tahsili ve bu tahsil sürecinde de öğretmenlerle muhataplığı vardır. Dolayısıyla da hepimizin zihninde bir öğretmen profili, bir öğretmen imajı vardır.
Hatırımıza her geldiğinde geride kalan acı-tatlı ama çoğu tatlı anılara dalıp değişik duygulara kapılıyoruz.
Öğretmenlerin herkeste bir izi, bir hatırası vardır mutlaka.
Gün olmuyor ki, her meslekte olan çok az olumsuz örneklere bakıp o mesleğin kendisi ve mensupları hakkında olumsuz kanaat besleyen ve bunu değişik vesilelerle dışarı vuran insanlarımızla karşılaşmayalım.
En fazla da öğretmenlik mesleği ve öğretmenlerle ilgili oluyor ne yazık ki.
Bu olumsuz kanaat ve düşüncelerin kitlelere hitap eden yaygın medyada yer alması ve köşe yazılarına konu olması mesleğin itibarı, öğretmenlerin şevkini ve gençlerimizin öğretmenlere bakış açısını olumsuz etkilemesi bakımından oldukça vahim bir durumdur.
Aslında o kişilere sorulduğunda “Ben hepsini kastetmiyorum ama…” diye başlayan ve kendisini savunan cümleler ile durumu kurtarmaya çalışıyor ama kamuoyunda ve zihinlerde yaptığı tahribatı af ettirmeye, telafi etmeye yetmiyor maalesef.
Geçen gün internette bir paylaşım okudum. Böylesi eleştiri ve saldırılardan canı yanan, belki de bu yüzden sinir katsayısı birazcık yükselen bir öğretmenin kaleminden çıktığı anlaşılan yazı ilgimi çekti. Öğretmen olmam hasebiyle hoşuma da gitti desem yalan olmaz.
Kızgınlıkla yazılmış olsa da samimi bulduğum bu yazıyı sizlerle paylaşmak istiyorum.
Umarım bu meslek dolayısıyla da öğretmenler hakkında olumsuz düşünceye sahip olanlara fikirlerini ve tavırlarını değiştirme açısından bir vesile olur.
Acımasız eleştiriler karşısında dayanamayıp serzenişte bulunan fedakâr bir lise öğretmeninin içinden geldiği gibi söylenmiş bir sitem olarak okuyun lütfen.
“Çoğu zaman öğretmen olmayanların haksız eleştirilerine maruz kalıyoruz.
Tatilse evet, yaptık iki ay paşalar gibi... Seminerse yazıldık, gittik, katıldık.
Sen mesaini akşama kadar sigaraydı, çaydı, kahveydi, muhabbetti diye doldururken, ürettiğin sadece belki ömrü birkaç senelik ürünken ya da bilgisayar ekranındaki rakamlarken, ben insanla uğraşıyorum.
Senin geleceğini çiziyorum.
Otobüste ayakta kalma diye, yaşlandığında sana saygı duyulsun diye çalışıyorum.
Hesaplarının içi boşaltılmasın, berber saçını doğru kessin, çöpçü çöpünü düzgün toplasın diye uğraşıyorum.
Bunları da sadece 1600 lira + maksimum 450 liraya yapıyorum. Sorsam çok para diyebilirsin.
Eğer bazı meslektaşlarımı görmüşsen, işini eksik yapan ya da önemsemeyen; herkesi öyle sanmamalısın.
Uzaktan anca ‘liseli’ diye geçip gittiğin ya da ‘bırak Allah'ın ergenini’ dediğin çocukla hiç 45 dakika konuştun mu?
Hayata onun algılama penceresinden baktın mı?
Yolda elinde sigara ile etrafındakilere tehditkâr tavırlar sergilendiğinde üzüldün mü hiç?
Hayatta 40 tane insanı karşına alıp, yaşlarının da 13-14 olduğunu bilmene rağmen onlara saygı duydun mu hiç?
Ağızdan çıkan her şeyi kaydeden bu dimağlara karşı sorumlu olmayı hiç yaşadın mı?
İmkân yok kardeşim, kimse kusura bakmasın...
Maaşının 600 lirası vergi olarak kesilen bir meslek yapalım, hala ‘yata yata para kazanıyorsunuz’ deyin.
Bunun adı yatmaksa, evet yatıyorum arkadaşım! Var mı itirazı olan?”