Eksik bıraktığımız yönlerimizden biri de takdir etmektir.
Aile hayatında başlar aslında bu problem. Çocuklarımızı yaptıkları olumlu şeylerden dolayı takdir etmeyi bir türlü becerememişizdir. Oradan başlamış bu hastalığımız.
Eksiklik saymışız, gereksiz ve zaafiyet addetmişiz birilerini takdir etmeyi.
“Aferin, çok güzel, bravo, teşekkür ederim, tebrikler” gibi beğeni sözcükleri ağır gelmiş dillere, yürekler kaldıramamış birilerini övmeyi.
Her ne kadar atalarımız “marifet iltifata tabidir” demişlerse de, iltifat denen şeyi becerememişiz. Dilimize dolanmış, söyleyememişiz.
Bu yetmezmiş gibi marifet hâsıl olsun maksadıyla iltifat edenlere de gülmüşüz. Hatta küçük görmüş yağcılık, yalakalık ve yandaşlık yaftası vurmuşuz.
Herkes değil tabi.
Ama hayatlarında doğru dürüst takdir edilememiş/edilmemiş kişiler bunun acısını her fırsatta takdir edenlerden ve edilenlerden almaya çalışmışlar.
Çalışmaya da devam ediyorlar.
Karşı çıkarlar. Karalar sürmeye çalışırlar.
Hayatlarında bir kez olsun “sıradanlığın” dışına çıkmadıkları gibi çıkanlara da hoş gözle bakmazlar.
“Üretmek, yeni şeyler ortaya koymak, geliştirmek” gibi kavramlara yabancıdırlar.
Hele bunu yapanların bir kısmı; kendilerinden değilse, kendi tabelalarından, kendi kulvarlarından değilse asla kabul etmezler.
“Böyle yaparsak kırılır insanlar, şevkleri kaybolur, moralleri bozulur, üretme istekleri yok olur” düşünme kapasitesine ulaşmamışlardır.
Hatta “birilerinin önünü kesersek, azmini ve şevkini kırarsak esas kaybeden memleket olur, insanlarımız olur” itirafından aciz oldukları gibi umursamazlar bile.
Önemli olan engellemektir birilerini. Kendilerinden olmayanın yolunu tıkamaktır gerçek amaçları.
Yoksa hak, hukuk ve hakkaniyet değildir esas niyetleri.
O yüzdendir ki gelişmişliğimiz acınacak haldedir.
O yüzdendir ki, üretmek, yeni şeyler ortaya koymak bize yabancı kalmıştır.
Birbirimizi desteklemek yerine kösteklemeyi, takdir etmek yerine tekdir etmeyi, yoldan taşları temizlemek yerine yola taş koymayı tercih ettiğimiz içindir ki hali pür melalimiz devam ediyor.
Oysa yapılması gereken çok basittir.
Birkaç sihirli kelimeye ağzımızı alıştırmakla başlayabiliriz mesela.
Hangi tarafta olduğuna, nerede durduğuna bakmadan ve de ötekileştirmeden, güzel olan bir şeyi yapmışsa, olumlu bir gelişmeye imza atmışsa birileri, onları takdir etmeyi öğrenebiliriz.
Sadece nefsimizi biraz gıdıklamamız yeterli.
Az bir gayretle hıncımızı ve hasutluğumuzu elimizin tersiyle bir kenara itip yüreğimizi dost edinebiliriz.
İnanın zor değil bunları yapmak.
Hem zor olsa ne yazar ki!
Önemli olan insanlarımızın üretmesi, yeni şeyler ortaya koyması değil mi?
Önemli olan bu sayede memleketimizin kazanması ve gelişmesi değil mi?
Yapmadık da ne oldu?
Kim kazandı, kim kaybetti düşünmüyor muyuz hiç?
Eğer,
Memleketimizin kazanmasını istiyorsak, işe yürekleri kazanmayla başlayabiliriz.
Aklınız yatmadıysa şayet, ya da işinize gelmediyse, yola taş koymaya devam.
Hasutluk etmeye, köstek olmaya devam o zaman.
Memleket kaybetmiş, insanlarımız kaybetmiş ne gam!