Söz söylemek ve konuşmak insana mahsus bir olaydır.
Diyalog, iletişim, meramı ifade, talebi dile getirme ve daha birçok şey için gereklidir bu özellik.
Bunun için de bir üslup, bir edep ve dahi bir ton gereklidir.
Zira “Sesini değil, sözünü yükseltmeli insan. Çünkü gök gürültüleri değil, yağmurlardır yaprakları yaşartan” demişler.
Sonra da eklemişler: “Siz hiçbir sarrafın bağırdığını duydunuz mu? Kıymetli malı olanlar bağırmaz. Domatesçi, biberci bağırır da kuyumcu bağırmaz. Eskici bağırır ama antikacı bağırmaz. İnsan bağırırken düşünemez. Düşünemeyenler ise hep kavga içindedir. Boğazlarını patlatana kadar bağırıp duran şarkıcıları bir düşünün... Ama Dede Efendi’yi okuyanlar bağırmıyor!”
Sizce de öyle değil mi?
**
İnternette sık sık ziyaret ettiğim bir forum sayfasında gezinirken bir söze rastladım ve birden geçtiğimiz günlerde yazdığım “Eşeklikten Kurtulma” başlıklı yazımı hatırladım.
Yazımın sonunu bir fıkra ile bağlamış, fıkrada “İyisi mi siz semerciden değil, eşeklikten kurtulmanın yolunu arayın. Eşek kaldıkça, sırtınıza bir semer yapan bulunur” cümlesi ile bitmişti. Bu sözün de taşı gediğine koyduğunu düşünmüştüm.
Şimdi okuduğum sözün de konu ile tam alakalı olduğunu düşünerek ekliyorum.
“Semer seçilirken eşeğin fikri değil, ölçüsü alınır”
Fikir sahibi olmak, fikir üretmek insana mahsus bir olaydır. Dolayısıyla da herhangi bir ortamda herhangi birileri tarafından fikrimiz mi alınıyor yoksa ölçümüz mü alınıyor dikkat etmek lazım.
Neme gerek durup dururken bir sakata gelmeyelim…
**
Zaman zaman dostlarımızın yahut dost bildiklerimizin attığı kazıklardan yakınırız. Ummadığımız bir zamanda yapılan satış koyar bize, adeta yıkılırız. Güvendiğimiz dağlara kar yağmıştır çünkü…
“Hadi simit satanı anladım, kestane satanı da. Peki ya dost satan… o da mı ekmek parası…?” gibidir yani.
Bu her şeyin sonu değil elbette, vardır bir çaresi.
“Güvendiğiniz dağlara kar yağdığında, en güzel çare dağ ile karı başbaşa bırakmaktır... Gün gelip karlar eriyip de, dağ yolunuzu gözleyince, sizin en güzel cevabınız; başka bir dağdan selam yollamaktır!”
Gerisini vefasız dağlar düşünsün artık…
**
Bazen hatasının farkına varır insan. Dostunu sattığından, ona kazık attığından hatta güvenini sarstığından dolayı nedamet duyar.
Gelir af diler, özür beyan eder. Ağzındaki dili ile olmasa bile beden diliyle ile yahut hal diliyle belli eder pişmanlığını.
Sonra da gönülden gönüle yeni köprüler kurulur.
Yeter ki satışlar çok pahalı olmasın.
Zira, “İnsanın kazandığı paradan değil, paranın kazandığı insandan korkulur.”
**
Yeri gelmişken bir konuyu daha ekleyelim.
Biliyorsunuz “insan” denen mahlûk çeşit çeşittir. Hangi çeşitten olursa olsun hatalar da insanlar içindir.
İnsan hata yapabilir. Hatta kimilerine göre bazı doğruları öğrenmek adına yapmalıdır da. Olabilir…
Önemli olan bunların hata olduğunu fark ettiği anda vazgeçmek, gerisin geriye dönerek doğruya yönelmektir.
Yoksa hatada ısrar, hatada devam, hataları meşrulaştırır Allah korusun.
Bu yüzdendir ki, bu konuda insanları ikiye ayırmış birileri ve şöyle demişler:
“İki çeşit insan vardır. Biri hatalarıyla yüzleşen, diğeri hatalarıyla yüzsüzleşen…!”