Hissedip de ifade edememek, yaşayıp da anlatamamak ne zordur bilirsiniz.
Hayat denen süreçte yaşanan olaylar tortular bırakır kimi zaman. Bir şeyler birikir içinizde; İfade etmek, anlatmak istediğiniz duygularınız olur.
Tecrübe haline gelmiş hissiyatınızı birileri ile paylaşmak istersiniz. Sizin öğrendiklerinizi, sizin kazanıp veya kaybettiklerinizi onlar da bilsin istersiniz. Ki, geri gelmesi mümkün olmayan kayıpları onlar yaşamasınlar.
Fısıldamak istersiniz birilerine ya da haykırmak gelir içinizden. Olmadı yazmayı denersiniz birilerine ulaşmak için.
Ama çoğu zaman uygun cümleler bulmakta zorlanırsınız
Sanırım onun gibi bir şey benimki de.
Böyle diyor bir dostum mektubunda ve devam ediyor.
Her seferinde erteliyordum. Bazen uygun cümleler bulamadığımdan bazen de… neyse.
Derken Face’de bir paylaşım dikkatimi çekti. Aslında uzun yazıları pek okumazdım ama bu sefer öyle olmadı.
Okur okumaz ifadede güçlük çektiğim hissiyatımdan bir şeyler buldum yazıda.
Kim bilir, belki sizler de kendinizden bir şeyler bulacaksınız okuyunca.
Umarım kendinizden bir şeyler bulamazsınız ya da henüz o demleri yaşamamışsınızdır.
Eğer henüz yaşamadıysanız o zaman dilimini kendinizi şanslı sayın ve değiştirmeniz gereken şeyleriniz varsa hemen değiştirin.
Sözü fazla uzatmayayım. Yazıyı okuyunca ne demek istediğimi daha iyi anlayacaksınız. (Bu arada bu güzel yazıyı paylaştığı için Efe’ye teşekkür etmem gerekiyor.)
…
Bir gün, çocuğum doğdu. O dünyaya geldiğinde, yetişmem gereken uçaklar ve ödenmesi gereken faturalarla meşguldüm. Ben uzaklardayken yürümeyi öğrendi. Konuşmayı da öyle...
Ve biraz büyüdüğünde, “Senin gibi olmak istiyorum baba” demeye başladı.
“Ben de büyüyünce senin gibi olacağım.”
İşyerine telefon açıp, “Baba, eve ne zaman geleceksin?” diye sorardı sık sık.
“Ne zaman geleceğimi bilmiyorum oğlum. Ama geldiğimde birlikte güzel vakit geçireceğimizden emin olabilirsin.”
Yıllar öylece geçip gitti. Oğlum on yaşına geldi. Ona güzel bir top aldım.
“Top için teşekkürler baba!” dedi, “Haydi oynayalım.”
“Bu hafta sonu tamamlamam gereken işler var” dedim. “Bugün olmaz, haftaya, tamam mı?” “Tamam” dedi, fakat yüzündeki gülümseme eksilmedi.
“Büyüyünce baba” dedi, “ben de senin gibi olmak istiyorum.”
Yıllar öylece geçip gitti. Oğlum önce ilkokuldan, sonra liseden, sonra üniversiteden mezun oldu. Bu durumda, başka birçok baba gibi, benim de söylemem gereken bir şeyler vardı. “Seninle gurur duyuyorum oğlum” dedim.
“Gel, şöyle biraz oturalım; sana diyeceklerim var.”
Başını salladı ve gülümseyerek:
“Arkadaşlara sözüm var baba” dedi. “Sen arabanın anahtarlarını verebilir misin bana? Sonra görüşürüz, oldu mu?”
Yıllar öylece geçip gitti. Emekli oldum. Artık bol bol vaktim vardı. Oğlum ise başka bir şehirde iyi bir iş bulmuştu, orada yaşıyordu.
Bir gün ona telefon ettim. “Eğer sence de uygunsa, hafta sonu buraya gel de hasret giderelim” dedim.
“Sevinirim baba” dedi. “Bir bakayım, müsait bir vakit bulabilirsem, gelirim. Ama şu sıralar işlerim çok yoğun. Fakat seninle görüşmeyi ben de istiyorum, baba.”
“Peki, ne zaman gelirsin oğlum?”
“Ne zaman olur bilmiyorum, baba. Şimdi bir iş görüşmem var, ona yetişmem gerek. Sonra ararım seni. Geldiğimde birlikte güzel vakit geçireceğimizden emin olabilirsin.”
…
Ne yazık ki çok uzun yılların geçmesi gerekiyor bu gerçeği anlamak için.
Ya da,
Bu gerçeği anlamak için çok uzun yılların geçmesi mi gerekiyor?