Bir şehrin gelişmişlik düzeyi nasıl/ne ile belli olur diye sorsam, eminim herkesin söyleyecek bir sözü, ortaya koyacağı bir ölçüsü olur.
İçinde yaşadığı şehre karşı duyarlı olan, kendisini sorumlu hisseden veya “farkında” olan kişilerin şehirlerine karşı sözler söylemesi kadar normal bir şey yoktur.
Ekonomik göstergelerden tutun da istihdama, tarihten, çevre ve alt yapıya kadar birçok madde sıralanır. Sorunlar dile getirilirken çözüm önerileri de sunulur.
Bu bir zenginliktir o şehir için, bir şans, bir kazanımdır.
Olması gereken de budur aslında. Büyüyen, gelişen, en azından bunları yürekten isteyen şehirler için ciddi bir kazanımdır.
Ancak gelin görün ki bunların normal olması kadar normal olmayan şeyler de vardır.
Bunların karşılık bulamaması gibi mesela; bu duyarlılıkların bir muhatap, bir destek, işitecek bir kulak, hissedecek bir yürek bulamaması gibi.
O şehir ve o şehrin insanları için ciddi bir kayıptır bunlar.
Dolayısıyla da büyüme, gelişme, şehirleşme, yapılaşma… konularında herhangi bir tarzı veya öngörüsü olmayan, her yönden kara düzen bir büyüme sergileyen bir şehrin kaçınılmaz sonucu olur bunlar.
Şehir olma veya şehirleşmede son derece gelişmiş, modern ve yaşamı kolaylaştırıp insana huzur veren örnekler varken, herhangi bir ilerleme ve gelişme gösteremeyen, gösterse de büyümesi hormonlu olan şehirlerde yaşamak zorunda kalmak, inanın günümüz insanına zor gelmektedir.
Özellikle de bu konuda üzerine vazife olanların vazifeleri konusunda zaafiyet göstermeleri daha da zor gelir.
Adıyaman gibi henüz ciddi bir gelişme ve ilerleme kaydetmemiş bir şehrin, ufku açık, memleketini seven, insanı merkeze alan ve aynı zamanda şehrini geliştirmeye azmetmiş yöneticilerinin olması bir kazanımdır.
Bu kazanımı kazanç haline dönüştürmek elbette önemlidir ama bu ortak bir bilinç ve eylem haline getirilirse esas amaçlanan yararı sağlar.
Aksi halde her kafadan bir ses çıkar ki, bu da düzensizlik ve boşluğa neden olur ve şehrin değişik yerlerinden pis kokular çıkmasına sebep olur.
Mesela, azıcık bir farkındalık ve vazife anlayışı ile Eğir Çayı’ndan gelen ve etrafı rahatsız eden pis kokuları fark edebiliriz.
Şehrin batı ile tek bağı olan ve tek ulaşım yolunun üzerinden geçtiği Eğir Çayı’ndan araçla değil de, yürüyerek geçenler veya Eğir Çayı’nın bir yakasına yapılan parkta gezinenler ya da oradaki bostan ve ağaçlardan istifade etmek isteyenlerin her gün fark ettikleri bu pis kokuları esas fark etmesi gerekenlerin fark etmesi için, illa da oralarda gezinmeleri gerekmiyor. Yanlış hatırlamıyorsam bu konu birkaç kez de basında yer aldı.
Bu kokuların kaynağı hakkında halk arasında Organize Sanayi adres olarak gösterilse de doğrusu ben tam olarak bilmiyorum. Ama kokuyu birkaç kez iyice hissettim. Tabi koyulaşmış rengini de gözlerimle gördüm.
Kim bilir belki şehir dışında olduğu için pek fark edilmedi.
Veya Mimar Sinan Parkı önünden başlatılan birçok kortej ve yürüyüşler buradan başlatılmadığı için pek bilinmiyor.
Bu konuda şu meşhur cümleyi kullanmak istemiyorum: “Günümüzün hastalıklarından biri de bilip bilmeme değil, yapıp yapmama hastalığıdır.”
Sebebi ne olursa olsun ama inşallah burunlar alışmamıştır bu kokuya. (Bu cümle daha önceki bir yazıma atıftır.)
Üstüne üstlük yaz mevsimi nedeni le şehirdeki mazgallardan da keskin pis kokular geliyormuş. Bu kokuların gitmesi için yağmurların yağmasını beklemeden çareler üretmek gerekir. Çünkü bu tatil aylarında il dışından şehrimize gelen ziyaretçi ve misafirlerin zihinlerde kokulu bir Adıyaman imajı kalsın istemeyiz.
Hiçbir kimse veya kurumu hedefe almadığım bu yazımı girişte de yer alan “İçinde yaşadığı şehre karşı duyarlı olan, kendisini sorumlu hisseden veya “farkında” olan kişilerin şehirlerine karşı sözler söylemesi kadar da normal bir şey yoktur.