İki genel müdür oturup dertleşiyorlarmış... Biri odacısından şikâyet etmiş:
“Yahu benim odacı çok aptal... Bıktım usandım bu herifin aptallığından. İyi adam, dürüst adam, ama çok aptal...”
Diğer genel müdür içini çekmiş:
“Sorma yahu, benimki de öyle. Öyle aptallıklar yapıyor ki insanı çıldırtıyor.”
“Seninki benimki kadar aptal olamaz.”
“Sen bir de benimkini gör. Benimki kadar aptalı bulunamaz...”
Sonunda iddiaya tutuşmuşlar ve odacıların aptallığını denemeye karar vermişler.
Birinci genel müdür zile basmış, odacısı gelmiş:
“Buyurun efendim.”
“Al şu 1000 lirayı, bana dört kapılı, sıfır kilometre bir araba al, gel!”
“Başüstüne efendim.”
Odacı çıkmış...
Bu sefer ikinci genel müdür zile basmış:
“Buyurun efendim.”
“Git bizim eve, bak bakalım, ben evde miyim?”
“Başüstüne efendim.”
O da çıkıp gitmiş...
İki odacı kapıda karşılaşmışlar:
“Nereye yahu?”
“Sorma birader, bizim genel müdür çok aptal... Bana bin lira verdi, git bir araba al, gel dedi. Bugün tatil dükkânlar kapalı. Ben arabayı nereden alacağım?”
Öbür odacı da başını sallamış:
“Benimki seninkinden de aptal! Git eve bak, ben evde miyim, dedi. Önünde telefon var, açıp sorsa ya...”
*
İçinde yaşadığımız toplumda ilişkiler yumağı öyle girift, öyle çetrefilli ki; çoğu zaman algı, tanım ve sıfatlandırmalarda zorluklar yaşıyoruz.
Aslında bu biraz da baktığımız pencere ve durduğumuz yer ile alakalı.
Durduğumuz yerin bize sunduğu bakış açısı, eşyayı ve olayları algılama şeklimizi doğrudan etkiliyor.
Durduğumuz yer değiştikçe de algılarımız da değişebiliyor.
Tabi bu herkes ve her zaman aynı olmayabiliyor. Yani edindiğimiz tecrübe ve kazandığımız olgunluklarla istikrar gösterebiliyoruz.
Biraz da kapasite ve hacmimizle alakalı elbette.
Ama genellikle değişkenlik kaçınılmaz oluyor.
Kimi zaman işimize geldiği için, kimi zaman da farkında olmadan kapılıp gidiyoruz bu değişime (!)
Dedim ya öyle girift, öyle çetrefilli diye;
İşte burada da ortaya çıkıyor bu açmaz.
Mesela, biz yaparsak bu değişikliği; “ihtiyaçtan, kaçınılmaz, mecburiyetten, öyle gerektiği için…” gibi sebeplere yüklüyoruz.
Ama başkası, hele de hoşlanmadığımız birisi yaparsa, o zaman da “Oynak, satıcı, menfaatperest, çıkarcı, işine geldiği için, yanardöner…” gibi sıfatları yapıştırıyoruz hemen.
Oysa olay aynı belki de.
Ama baktığımız ve durduğumuz yer farklı.
Zengin ile fakirin, ast ile üstün, tepedeki ile aşağıdakinin, Ankara’daki ile taşradakinin, sıkıntısı çok olanınla yok olanın…”hepsinin algı, değerlendirme, tanım ve sıfatlandırmaları farklı farklı genellikle.
Tabi hepsinin buluştuğu ortak bir değer, hepsinin baktığı ve durduğu ortak bir açı yoksa.
“Bu da olur mu?” diyeceksiniz hemen, yani “bu sayılanların hepsini ortak bir potada, ortak bir paydada nasıl buluşturabiliriz ki?” diye merak edeceksiniz.
Öyle kolay, öyle basit ki!
Üstelik yabancısı da değiliz. Daha dün bizimle birlikteydi bu “ortak”.
Mesela kanaat, mesela Hakka itaat, mesela yaratılmışa yaratandan dolayı duyulan muhabbet…
Daha sayayım mı?
*
Bu arada yukarıdaki fıkra ile konunun alakasını merak ettiyseniz söyleyeyim, ben de bulamadım, sadece biraz tebessüm işte.
Kim bilir belki de vardır…