Bir gün genç bir adam Sokrates’in yanına gelir ve ona şunları söyler: “İrfan kazanmak bir sürü eziyete katlanarak
Sokrates, gence kendisini izlemesini söyler ve birlikte sahile doğru yürümeye başlarlar. Hoca suyun içine girer ve öğrencisi de onu takip etmektedir. Sokrates bir an durur ve aniden öğrencinin başını tuttuğu gibi suyun içine batırır. Genç adam uğraşır, fakat güç yetirip de çıkaramaz suyun içinden başını. Nihayet gencin direnme gücü tükenince Sokrates onu suyun içinden çıkarır ve sahile yatırarak pazara döner.
Genç adam kendine gelir gelmez Sokrates’in peşine düşer tekrar ve onu bulur. “Sen bir öğretmen ve âlim birisin. Neden bana kötü davrandın?” diye sorar.
Sokrates gencin sorusuna soruyla karşılık verir: “Suyun içindeyken en çok neyi istedin?” “Hava istedim” der, genç adam.
Sokrates buna karşılık şu cevabı verir: “İşte bilgi ve anlayışı hava kadar istediğin zaman, kimsenin sana bunu vermesini istemeyeceksin. Buna her yerde ve her zaman sahip olabileceksin.”
*
Yıllardır memleketimiz ve insanlarımız adına bir şeyler ister dururuz.
Ağlarız, sızlarız, birilerini suçlar, her seferinde kara tablolar çizeriz.
“Hak ettik ama vermediler, hakkımızı alamıyoruz, onlara var bize niye yok?” gibi cümlelerle periyodik olarak, çoğu zaman da koro halinde aynı nakaratları söyler dururuz.
Haksız mıyız? İsteme konusunda değiliz tabi. Ama yine de bir yerlerde eksik olan bir şeyler bırakıyoruz.
Ya samimi olmuyoruz, ya sırf birilerini vurmak/eleştirmek için yapıyoruz ya da sürekli ve metotlu hale getirmiyoruz.
Dahası isteme kanallarını bilmiyor/kullanamıyoruz belki. Kim bilir belki de gerçekten istemesi gerekenler isteyemiyordur.
Sonuç olarak yılın belli dönemlerinde nükseder hastalığımız ve sızlanırız.
Sonra da alırız bir ağrı kesici bir müddet uyuşur gideriz.
*
Esas sorunumuzun zihniyet sorunu olduğunu söylememe bilmem gerek var mı?
Zaman zaman bazı yazılarıma atfen arkadaşlar “kimleri kastetmişsin, kimleri yazmışsın?” gibi sorular sorarlar.
Ben de “isimler önemli değil, önemli olan zihniyettir. İsimleri şu veya bu olabilir. Ama yıllardır isimler değişse bile uygulama ve tavır aynı. Bu yüzden zihniyeti sorgulamak gerekir” diye cevap veriyorum.
Sizce de öyle değil mi?
Bugüne kadar zihniyetle değil de isimlerle uğraştığımız için bir yere varamadık ya.
O yazılarımı okuyan farklı kişilerin akıllarına farklı isimlerine gelmesi de bu yüzdendir.
Bugün Ahmet, Mehmet olabilir, yarın Ali, Veli olabilir.
Bu yüzden eleştirel yazdığım yazılara bakıp “şunu kastetmiş” demeyin.
Kişiler önemli olsa da onları bir kenara bırakıp zihniyetlerini sorgulayalım ki sonra gelenler aynı duruşu sergilemesinler.
Tabi bunu yaparken işe kendimizden başlamamız gerekir.
Herkes kendi kapısının önünü temizlerse sorun kalmaz.
Burada unutmamamız gereken ince bir nokta var.
Eğer memlekete ve insanlara zarar veren bir zihniyeti taşıyan kişiler varsa ve bu kişiler tanıdığımız, eşimiz dostumuzsa onları da eleştirmezlik yapmayalım. Tabi yapıcı olmak kaydıyla.
Unutmayalım, sorunumuz zihniyet sorunu.
Esas bataklığı kurutmak lazım. O zaman sinekler kendiliğinden gider.