Üzerinde kul hakkı olanın ahirette durumu kaynak kitaplarımızda açıkça anlatılmaktadır. Bu kaynaklarda öz olarak, kişinin üzerindeki kul hakkını ödettirmeden cennete giremeyeceği belirtilmektedir.
“Kul Hakkı” konusunda inanın hepimizin söyleyeceği birkaç cümle vardır mutlaka.
Kul hakkının neler olduğu, yenmemesi gerektiği ve kul hakkı ihlal edilince neler olacağı konularında hiç kimse “bilgisiz” ve “habersiz” olduğunu asla iddia edemez.
Hal böyle iken hiç kimse yoktur ki “kul hakkı” konusunda şikâyetçi ve dertli olmasın.
“Yönetici” olma derecesi arttıkça bu konuda sorumluluk alanı da artan kişilerin daha hassas olması gereken bu konu ne yazık ki en fazla ihmal edilenler arasında.
Oysa bizim anlayışımıza göre makamlar yükseldikçe sorumluluk da artar. Onun için Rabi İbn Ziyad el-Harisi, Hz. Ömer’e gelip “Fırat kenarında bir koyun kaybolsa, kıyamet günü senden onun mutlaka sorulacağını bil” demişti.
Özellikle seçilmişlerin ve de “vicdanı muhakemenin” dışında bir otokontrolü olmayanların, “Allah korkusu” ve “bir gün hesap verme” inancı dışında “denetim mekanizması” olmayanların çok daha özen göstermesi gerekmektedir.
Bu insanlar vicdanları ile baş başa kaldıklarında (eğer kalabiliyorlarsa) içlerinden gelen seslerden hangisine uyduklarına iyi dikkat etmeliler.
İyi ve kötü, doğru ve yanlış konusunda her şeyi tüm çıplaklığı ile yüzüne haykırıp tövbe ve istiğfar etmesini, bir daha günah veya suça meyletmemesi konusunda söz vermesini isteyen bir ses varsa eğer, onu mutlaka takip etsin, ona uysun.
İşlenen suç ve günahlara her seferinde bir kılıf uydurup, kişiyi haklı ve mazur göstermeye çalışan, hatta az bile yaptığını söyleyen bir ses de varsa eğer, mümkün olduğunca en kısa zamanda bu sesi susturmalı, yapamıyorsa da duymazlıktan gelmeli.
Bu içsel bir mücadele.
Bir de bunun aynısını dış dünyada, günlük hayatta yaşar insan.
Etrafında bulunanlara iyi dikkat etmeli. Çevresinde bulunanlardan az önceki birinci ses benzeri ile ikinci ses benzeri ses çıkaranlar mutlaka vardır.
Bunların hangisine kapılıyor, bunlardan hangisi kendisine cazip ve keyifli geliyor, çok dikkat etmeli.
Kendisi ile baş başa kaldığında vicdanının sesine samimi bir şekilde kulak verenler, günlük hayatta da sokakların ve insanların (hem etrafındakilerin hem de etrafındakilerden oluşan çemberin dışında kalanların) sesine samimi olarak kulak veriyorsa, inanın o memlekette birçok sorun halledilmiş demektir.
Siyasetçilerin, yöneticilerin ve seçilmişlerin bu sesleri duymama gibi bir mazeretleri asla olamaz.
Eğer duymuyorlarsa; ya kulaklarında bir sorun vardır ki derhal bir kulak uzmanına görünmeleri gerekir. Ya da vicdanlarında bir sorun vardır ki, bunun da en ucuz ve pratik tedavisi mezarlıklardadır. İlk fırsatta buraya gidecek (tabi etrafındaki asalak ve yağcıları olmadan) ve o kabirler arasında oturup ortamı dinleyecek. Varsa en yakınlarının mezarına gidebilir. Sonra da vicdanını kontrol edecek.
Sonra tekrar sorumlu olduğu yere dönecek ve hizmet vermekle mükellef olduğu insanları duymaya çalışacak.
Sokakları dinleyecek. İnsanları dinleyecek. En kuvvetli sesten en cılız sese kadar hepsine kulak verecek ve gereğini yerine getirecekler.
Ne dersiniz, yapabilirler mi?
Size bir şey diyeyim mi? Eğer verecekleri hesap ağır ise ve duydukları ses tonu çok derinden geliyorsa; yani mevki, makam, para, mal ve mülk bakımından sahip olduklarını bırakmayı, kaybetmeyi ve terk etmeyi gerektiriyorsa bu muhasebe, duymayacaklardır o sesi. Vicdanlar rafa kalkacak ve yaptıklarının üstüne kat be kat arttıracaklardır. Üstelik buna karşı ses çıkaranları da (kendilerini rahatsız edecek boyuta gelenleri) ezmeye çalışacaklardır.
Nefisleri ağır basacaktır vicdanlarının karşısında.
Hatta zaman zaman vahşileşecek, gaddarlaşacak ve insanlıktan çıkacaklardır.
Sonra da asla kalplerinden gelmeyen ama dillerinden de düşürmedikleri “Hak, adalet, doğruluk, dürüstlük” gibi kavramlara sığınıp kararmış vicdanlarını rahatlatmaya çalışacaklardır.
Bizler de dilden gelenlere itibar ettiğimiz için kanıp gideceğiz ve yeni pişmanlıklara doğru yelken açacağız.