Kürtaj kavramıyla bir iki haftayı geçirdik, günün en’leri arasında onu en başa koymamız gerekir. Her konudaki ustalığımız burada da ön plana çıktı. Cins ayrımın katı ve kalın çizgilerle karşımıza çıktığı yerden kadınlar lehine bir kararın çıkmasını beklemek sadece bir saflıktır. Her ay öldürülen kadın sayısına baktığınızda, maalesef sayı her geçen gün artıyor, cins ayrımının yapılıp yapılmadığını anlarsınız.
Bir sözcük ya da cümle gündemi günlerce meşgul ediyorsa, bırakın dudaklarınız üzerine düşen vazifeyi yapsın, yani biraz daha tebessüm etsin. Bu konu bitti, artık farklı mecralara akmamız gerekir derken bakıyorsunuz ki millet hala tartışıyor.
Kimler tartışmıyor ki bu konuyu?
En çok da ‘’ Bedenimiz bizim değildir.’’ diyen inanç sahipleri bu konuya merak salmış. Onlara sadece şunu sormak istiyorum: İnancınız gereği bedeninizin sizin olmadığını söylemenize saygı duyuyorum; fakat bedeniniz üzerinde üçüncü kişilerin söz hakkı olması bir çelişki değil midir? Sizin özelinizle ilgili kararların alınması ne derece doğrudur? Onlara neden söyleyecek bir çift sözünüz olmuyor? Söyledikleriyle sık sık çelişkiye düşen ve gerçekte kadın hakları ihlallerinde söz sahibi olamayanların mazlum’un yanında yer alma edebiyatının para etmeyeceğini umarım anlamışlardır. Bunlara en güzel cevap ise ‘’ Bedenimiz bizimdir.’’ diyen kadınlardan geldi. Hemen her televizyon kanalında kürtaj ve sezaryen konusu tartışıldı. Uluslar arası bir sorun bile medyada bu kadar ilgi görmedi. Sadece şaşırıyoruz, izliyoruz ve yazıyoruz.
Bu konunun işin asıl ilginç tarafı ise konunun uzmanlarından çok diğerleri tarafından konuşuluyor, tartışılıyor olmasıdır. Aslında biz alışkınız bu hallerimize, yine de değinmeden edemiyoruz. Uzmanlara ne gerek var, biz kendi hastalığımıza teşhis koyup gerekli tedavileri başlatan insanlarız. Kadın doğum uzmanlarından ve çocuk doktorlarından daha çok biz konuştuk. Bir programda kadın doğum uzmanı bu konuyla ilgili bilimsel bir açıklama yapıyor, katılımcılardan biri de kıyametleri kopartıyor, sözü inanca getiriyor ve tam tersini söylüyor.
Kadın örgütleri de bu konuya her düzeyde haklı gerekçelerle tepkilerini ortaya koydular. Hiçbir kadın koşarak ya da canı istediği zaman kürtaja gitmiyor. Bunu ilkel gerekçelerle sadece bir arzunun nihai sonucu olarak görmek saçmalıktır. Herkesin yaşam hakkı sonuna kadar savunuluyorsa kürtaja giden yolları engelleyin, nedenleri ortadan kaldırın, veya en aza indirin. Kürtaj bir neden değil sadece sonuçtur. Sezaryene gelince bu konudaki düşüncelerimi daha önceki bir yazımda belirtmiştim ( Normal doğum mu, o da ne? ). Aynı şeyleri tekrar etme gereği duymuyorum.. sadece şunu belirtmek istiyorum: Normal doğum konusunda ciddi anlamda kadına psikolojik bir destek sunulmamaktadır. Kadın daha çok çevresinden duyduğu felaket hikayeleriyle yatıp kalkıyor. Bu sebepten çoğu kadın doğuma giden yolun henüz başındayken çeşitli yanlış yönlendirmelerle sezaryen kararı alıyor.
Aslında hepimiz birer hekimiz (!) ,bizi bize kimsenin anlatmasına gerek yok. Ne de olsa hayat okulunu dereceyle bitirmişiz. Bunun için tıpı bitirmemize ve uzmanlık alanında öğrenim görmemize de gerek yok. Bir hekim kadar bildiğimizden olacak çantamızda ekmek su gibi önemseyip bulundurduğumuz ağrı kesici, soğuk algınlığı ilaçları ve güç durumda kalırsak bir köşeye koyduğumuz antiboyitikleri kullanıyoruz.. Kocakarı ilaçlarını ve kırıkçı- çıkıkçı öğütlerinin de saymıyorum. Hatta bazen doktora başvurup istediğimiz ilaçları yazmalarını istiyoruz ki bu da ayrı bir komedi. Yakında ameliyat şekillerine de biz karar vereceğiz, durum onu gösteriyor.