Elveda şiir!
Gençliği Yutma Vaktidir Şimdi
Zonguldak hep maden işçilerinin dramı ile girmiştir hayatıma. Yine bir hüzünle çaldı kapımı. Kelebeğin ömrü kısa, belki rüyası beni mutlu eder diye düşündüm, onda da yanıldım. 1940’lı yılların vebası olan verem, gencecik insanların hayatına son noktayı koyarken ona karşı koyan ve üstünlüğünü ispatlayan ‘’söz ‘’ oldu..
İsmini hiç duymamıştım şairin, okuduğum dergilerde, kitaplar da hiç gözüme çarpmamıştı ismi. Kelebeğin Rüyası’nı izlerken kelimelere, kelimelerin o eşsiz tınısına olan vurgunluğunu hem gördüm hem de hissettim Muzaffer Tayip USLU’nun.. Hayatını kelimelerle ve kendisi gibi şiire tutkun olan şair arkadaşı Rüştü Onur’la paylaşıyor. Hayatın içinden yol alırken kısacık yaşamında bastığı kar taneleri tepeden bakmıyor insanlara, tepeden bakanlara inat hayatla alay eden seslerle karşılık veriyor. Her iki şairin şiirleri, söylemleri bana, Orhan Veli ve arkadaşlarının şiirlerini hatırlattı.
II. Dünya Savaşı yıllarında modernleşen Türkiye’nin farklı yüzünü az da olsa karşımıza çıkartıyor film.
Asıl üzerinde durmak istediğim konu , iki şairin yaşadıklarını ve edebiyata ilgilerini düşündükçe günümüz gençliğin hayatı anlamlandırma ve seslerin gücüne inanma konusundaki gayriciddiliğidir. Gittikçe apolitikleşen gençlerin yöneldiği noktalara baktıkça sosyal hayattan kopukluğunun derecesi çıkıyor ortaya.
Gençlerin hayata karşı duruşlarını politik gören sistemler yaklaşık her 10 yılda bir onların gözünü korkutmak amacıyla darbelere yönelmişler ve bunda da başarılı olmuşlardır.
Arkadaşlarının sorununu kendi sorunu bilmenin, kendisini gerçekliğin bir parçası olarak görmenin, ülkesinin dertlerine, sorunlarına kafa yormanın neresi yanlış?
Lisedeyken tüm klasikleri okumanın, hayallerini büyük yazarların sunduğu dünyada gerçekleştirmenin, hayata şiirle karşılık vermenin neresi yanlış?
Hayatla gırgır geçerken mizahın üstü kapalılığına sığınıp tüm olumsuzluklara karşı felsefesiyle dimdik durmanın tılsımını şimdiki gençlerde göremeyişimizin en önemli sebeplerinden biri onların düşünme’lerini istemeyişimizdir. Düşünme ve sorgulama yetisinden uzak olan gençleri yönlendirmek, yönetmek, dolduruşa getirmek daha kolay oluyor.
Düşünmek hayatı değiştirmektir, sürü mantığının tüm taşlarını yerinden oynatmaktır. Hiç olmazsa bir romana, hikayeye, şiire el vurmaktır. Okuyan, düşünen gençler kıyılarda dolanıp ‘’ Bana dokunmayan yılan bin yaşasın.’’ mantığına bürünmezler. Kimi gün bir romanla başlar yolculukları, kimi gün şiirle; kah güldürür kah düşündürür sözlerin gücü. Bir kitabı okumak ve onu analiz etmek yerine, zoraki onun özeti okunuyorsa bir dizi ya da internet tercih ediliyorsa artık nutuk atmanın gereği kalmamıştır.
Bir mısra ya da cümle bilinçli okurda yaşar ancak, Cemal Süreya bir mektubunda eşine; ‘’ Zuhal’im, hayat ! Hayatımsın . ‘’ der, bu sevginin büyüklüğünü, karşıdakine verdiği önemin cümlelere yansımasıdır. Yapay cümlelerle, yapay duygularla sevgi kalıcı olmuyor, okurda da bir anlam ifade etmiyor. Kitleler, gençler, yığınlar sırf düşünmesin, politik olmasın diye yönlendirildiğinde içi- dışı küfürle doldurulmuş, hayatın küfürden ibaret olduğunu düşünen gençler yetiştirirsiniz. Ve bu tarzdaki komedi filmlerin gişe rekorlarını kırdığını pohpohlayarak verirsiniz.
Bilinçli okur kendini gündelik hayatın saçmalıklarında kaybettirmez, düşünsel yönüyle hayat karşısında hep diktir. Büyük söz ustalarına, onların yaşamlarına bakın, koltukaltlarında bir edebiyat dergisi, bir roman, öykü ya da şiir kitabı… Yaşamlarının her karesinde hep ‘’ söz’’ü görürsünüz. Sigarası, paltosu, kaşkolü hep şiir ya da söz kokar ve siz o kokuyu, heyecanı, hüznü, mutluluğu oturduğunuz yerden alırsınız. Laf atmalarında, söz düellolarında bile bir ‘’düşünce’’ vardır ; kendisini hissettiren bir inceliktir, hakaret değil.