Dünyanın herhangi bir yerinde tacize, tecavüze, cinsel istismara,
şiddete maruz kalmış ve hayatını kaybetmiş kadınların anısına
Kulağıma çalınmıştı eski bir zamandan sabahın ağrılarla geldiği. Sabahları mülteci yanımla akşamdan kalan kırıntıları temizliyorum, köşelere atılmış sevgi kırıntılarını… Kalabalıklar içinde yalnızlığı dokuyorum ilmik ilmik. Karamsarlık, kararsızlık ve kendim olamama durumu içimi acıtıyor. Bir ekmek kokusuna hasret kalmak ve dili koparılmış sözcüklerle yola çıkmak ürkütüyor beni.
Fısıltılar yavaş yavaş dile geliyor, kahırlanıyorum, başka baharları görememe korkusu…
Nedensiz
Küskün çehreler, bıçakla kesilmiş sofralar, ucuza alınmış pahalıya satılmış umutlar… Küçük dünyamı her akşam ezen postallar, keskin bakışlar… Tarifi olmayan bir keder sarıyor bedenimi.
Önce sarmaş dolaş, canımlı, cicimli sonra kanlı bıçaklı öyküler giriyor penceremden içeri, kızıyorum, bu akşam tadında olsun istiyorum dokunduğum her şey.
Sonra…
Sonra ardı arkası kesilmeyen hastalıklı sorular … Adamla kadın birbirlerini çok sevmişler de… Adam onu çok sevdiğinden erkek sinekten bile kıskanıyormuş da…
Kadın başkasıyla görüşüyormuş da…
Ey ahali, duyduk duymadık demeyin adam çok sevdiği için karısını öldürmüş!
Kadının bebeği sekiz aylıkmış, zavallı bebek annesinden sonra gün mü görecek, o da ölseymiş kurtulurmuş.
Yaşasın! Mecnun’ a gün doğdu, diğerleri ölse de olur, onların kim olduğu önemli değil.
Sahi ben neyim, kimim?
Neden kendimi hep başkalarının tanımında buluyorum demiştim Leyla’ya.
………..
Kanatlandın e mi, uçup gideceksin sen de, artık büyüdün, olmuştu dinlediğim son masallar. Ayıplarla, günahlarla doldurulmuştu defterim, sesler hecelere küsmüştü ve bir türlü dönüşemiyordu dilimde. Daha kaç bahara direnebilecekti bu küçücük bedenim, kestiremiyordum doğrusu.
Kara gömülmesini isterken hayatın görünen yüzü, avuçlarımdan kayıp gitti hayat.
-- kaydırdılar--
Ruhum şafaklara bekçi yağmura çamura inat, kar kış demeden. Gene mi sen sorusu sorulmayacak artık bu evde, biliyorum. Hüznün, nefretin her tarafı sardığı duvarlara yüzümü çevirmeyeceğim artık.
Her sabah eğilip kulaklarına fısıldayacağım:
Yenebildiniz mi nefretinizi, mutlu musunuz diye.
Babama küçük avuçlarımın sıcaklığını ve onun kadar değerimin olmadığını düşündüğüm kırmızı tokamı bırakacağım. Tokamın kırık dişleri ona kırık hayatımın armağanı olsun. Olur ya, belki ona dokunabilme cesaretini gösterir.
Yüreğime hançer saplanmıştı öteden. Düşe kalka sürüklemeye çalışırken hayatı, sürüklediler acımasızca.
Nedenini hala sorguluyorum öteki bahçemde.
Asık suratlarınız, kirli sevginiz… Ne var ne yok hepsi sizin olsun, hepsini uzaklaştırıyorum kendimden. Güneşe sığınacağım güneşe, güneşin güçlü kollarına, ruhum üşümesin diye. Güneşin karşısına yırtık elbiselerimle çıkacağım, bedenim bu kümesin derinliğinde kumları yuta yuta sizlerle savaşacak.
Payıma masumiyetim, payınıza sonsuza dek sizi takip edecek bakışlarım ve utanç kalsın.
Leyla gibi olma demişti, küçük dayım.
Neden, nesi var Leyla’nın ?
………………
Suskunluktan nefret ederim, neden sorularım hep cevapsız kalır ki?
Oysa Leyla’nın alı al moru mordu . Demir halkalarla uğraşıyordu boyuna, paslı demir halkalar… Boynundan, bileklerinden, ayaklarından bir türlü çıkaramadığı paslı halkalar… Her sallanışta bir iz bırakırlardı vücudunda .
Gülerdi, güldürürdü, ağlardı, ağlatırdı.
Bir sabah saçlarından tutarak sürüklemişti o deyyus kocası, daracık sokağın ortasında yığılıvermişti . Karnına tekmeler indi birden, bin yılın nefretini alırcasına. Yine de hıncını alamadı deyyus. Leyla’nın yüzüne yöneldi gözleri, nefret yeni baştan yeşeriyordu sanki; sokak başlarında cümle bakışlar sıralanmıştı ve Allah’ın bir kulu yetişmedi imdadına. İnsanlık aranıyor der gibiydi bakışları.
Bebek mi? O küçük bir et parçasıydı.
Sürgün kapıdaydı artık , başka mekana başka zamanlara gebeydi Leyla.
Bitti mi dedi Leyla, sessizce.
Bir fısıltı… Kanlı dudaklar zemheriye merhaba demişti bile. Yolcusu hazırdı hancının ve onu bekletmemeliydi.
Bitmedi, bitmeyecek dedi Mecnun.
Leyla’nın yüzü gözü parçalandı, gözlerin altındaki mor halkalar şahitti tüm yaşananlara. Seyredenler yeni bir masalla başladı geceye.
Zafer kazanılmış, namus temizlenmişti.
Leyla’nın kocası cesurmuş, mertmiş, alnı akmış… söylentileri dalga dalga yayıldı. İlk soru: Kim bilir ne yapmıştı Leyla?
Ve peş peşe sıralanan sorular…
Tüm kadınların kulağına küpe olsunmuş !
Mecnun yaptıklarından pişman değilmiş. Bin kere dünyaya gelse aynı şeyi yaparmış, mert olana namertlik yakışmazmış!
Rahattı Mecnun, Leyla’sını çoktan gömmüştü bedenine, onun adını bile yasaklamıştı cümle aleme.